Mesele sadece kasabanın müthiş ölçüde büyümesi ve ölüleri gömecek seksen dönümlük bir araziye ihtiyaç duyar hale gelmesi değildi. Mezarlığın buraya, kasabanın kenarına konulmasıydı mesele. Atın gitsin; gözümüz görmesin! Ölümü hatırlamaya dayanamıyoruz. Mezar taşlan bile aynı şeyi anlatıyor. Altta yatanın “öldüğü” asla yazılmaz; hep "göçtü” veya “ebedî uykuya daldı” denir. Eskiden öyle değildi. Kilisenin avlusu kasabanın tam ortasındaydı; oradan her gün geçer, dedenizin gömülü olduğu yeri görür ve bir gün oraya sizin de gireceğinizi bilirdiniz. Ölüleri görmeye aldırmazdık.