Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sorusu da, cevabı da yanlış - nehir kenarındaki minik taşlara çıngıl denir
SORU: Azericedeki cıngıl diye bir kelime var, orman de­ mekmiş. Arkadaşlarla lafı geçti de size sorayım dedim. Cıngıl ile jungle arasında bir ilişki var mıdır? CEVAP: İngilizce jungle’m aslı Urduca, onun da aslı Fars- çadır. Farsça sözcük cengel’dir, “balta girmemiş orman” anla­ mında. Azericeye Farsçadan bulaşmış olmalı.
Latince lacerta, ki /lakerta/ okunur, kertenkele demek. Fransızca lézard ile İngilizce lizard bundan gelme, onlar da kertenkele. Yamsıra eski Romalı yazarların birkaç kez bahset­tiği bir balık adı. Literatürü inatla taradığım halde hangi balık olduğunu çözemedim maalesef. İstavrit diyeceğim, ama bana güvenmeyin. İstavritin Yunancası sauroidês (/savridis/) “ker­ tenkele balığı” demek, oradan akıl yürütüyorum. Rumca lakerda palamut tuzlaması. Türkçede en erken Ka­nuni Sultan Süleyman dönemine ait bir kanunnamede denk geldim.
Reklam
Bekr Arapların büyük aşiretlerinden, daha doğrusu aşiret konfederasyonlarından biri. Mudar ve Rebia diğerleri. Hz. Ömer devrinde Araplar lyad bin Ganem eliyle Yukarı Mezopotamya’yı fethettiğinde Amid ilini Bekr aşiretine, Urfa ilini Mudar aşiretine, Cizre tarafını Rebia aşiretine tahsis etmişler. Diyar-ı Bekr adı kalmış. Diyar-ı Mudar ve Diyar-ı Rebia ise önceleri aynı derecede yaygın isimler olduğu halde sanırım 12. yüzyıldan sonra bir daha pek duyulmuyor. Diyar-ı Bekr kentin değil vilayetin adı. Türkçe telaffuzda Diyarbekir tercih edilmiş. Kentin adı hep Amîd kalmış, osmanlı belgelerinde de öyle geçer.
Tarihte sekiz ayrı alfabeyle yazılan yegâne dil Türkçedir. Türkçeyi 8. yüzyılda ilk yazıya döktüklerinde Köktürk ya­ zısını kullanmışlar, ki dilin yapısına tastamam uyan home­ made bir alfabedir. Aradan yüz yıl geçmemiş Uygurlar Soğd yazısını adapte edip onunla yazmaya başlamışlar. Derken Türklerin yarısı Budist olunca Hindistan’dan ithal Brahmi ya­ zısı revaç bulmuş. 11. yüzyılda Müslümanlığın gereğidir diye Arap yazısı benimsenip 800 küsur yıl onda karar kılınmış. 20. yüzyılda Türk milletlerinin yarısı Latin alfabesini, yarısı Kiril alfabesini seçti veya seçmek zorunda kaldı. Ayrıca ta 14. yüzyıldan itibaren Ermeni ve Rum yazılarıyla yazılan hayli zengin bir Türkçe literatür de var.
Fakirler ayaklanmasın diye kamu eliyle yemek dağıtmak da Türk ve İslam icadı değildir, köklü bir Bizans müessesesi- dir, Osmanh oradan devralmıştır, onu da antrparantez belirt­ miş olalım. Jüstinyen devrinde (6. yüzyıl) kurumlaşmıştır, ama kökü eski Roma’nın panes et circenses düşüncesine daya­ nır. Tercümesi: fakirlere ekmek ve sirk ver ki oyalansınlar, akıllarına kötü şeyler gelmesin.
Peki İstanbul’un her yerine iki-üç seneden beri eşek çükü gibi diktikleri o bayraklar beni neden rahatsız ediyor öyleyse? Şundan rahatsız ediyor. O bayraklar ulusun bayrağı değildir. Bir hizbin, bir siyasi görüşün bayrağıdır. Siyasi bir meydan okumadır. “Bu memleket bizimdir, bizden olmayan vatansız­ dır” diyen bir zümrenin vatandaşa verdiği gözdağıdır. Ya bize boyun eğ, ya da defol git Moskova’ya / Mekke’ye / Erbil’e / Vaşington’a yahut cehennemin dibine diye haykırırlar, gür bir sesle ve postal raprapları eşliğinde. Ben bir ülkeye bundan daha büyük kötülük yapılabileceği­ ni sanmıyorum. Bölücülüğün daniskası budur.
Reklam
“Boz” ve “qonur” azerbaycan türkçesinde gri demek ayrıca.
Esas Türkçede kahverengi spektrumunu karşılayan üç ke­lime biliyorum. Bir kere boz; tanımlanamayan her çeşit ara renk için kullanılan joker bir kelime. Özellikle sarı ile kahve­ rengi arası toprak rengi. Yağız: karaya çalan yanık kahveren­gi, muhtemelen yanmak ve yakmak fiilleriyle aynı kökten. Bkz. İngilizce brown. Almanca braun < Ing. burn. Aim. brennen (yanmak/yakmak). Anadolu ağızlarında yaşayan üçüncü sözcük konur, daha doğrusu art damak n’siyle kongur.
Esmer ve bunun dişisi semrâ; karaya çalan kahverengi, yani yağız. Siyahımsı kahverengi kürkü olan bir hayvan vardır, samur, o da büyük olasılıkla ay­nı kökten.
Atalarımızın her şeyi doğru olsa Neanderthal Adamından bir adım ileri gitmiş olmazdık ki.
Gece gece tüm sinirlerimi bozdu yahu!.
Yunus’un (yunus emre*) Türkçesini” koruyaydık ah, kimbilir Wittgenstein’ın eserleri Türkçeye ne güzel çevrilirdi! Füzyon mutfağı menüleri, Adli Tıp raporları, at yarışı tahminleri ve OEM hardware katalogları ne kadar harika yazılırdı! Kasko sigorta sözleşmesi hele, ne şiirsel dururdu: “Çün ki kaza ettin vargıl/jandarmaya haber vergil/şerbet içüp esrik isenfçerağ gibi derdin yangıl."^^
Reklam
Bu adam hakkında bilgi sahibi birileriyle cidden konuşmak isterim..
“Kürt yoktur, kart kurt yapan dağ Türkleri vardır” acaba aptallık anlayışını aşar mı aşmaz mı? “Terörü lanetlemezsen senle konuşmam” yahut “geçmişini inkâr etmezsen sınırı aç­mam” nasıl bir zekânın eseridir? Anadolu’da her ihtiyarın se­ve seve anlattığı soykırıma “yoktur” demeyi vatan davası yapanların IQ seviyesi hakkında ne diyebiliriz?
Tam bir sene önce şu günlerde “batsın bu dünya” deyip Eti­yopya’ya gitmiştim, belki dönerim belki dönmem hesabı. Çok dağlık, ulaşımı zor, koca bir ülke. “Beyaz adam gitmez” dedik­ leri yerleri aradım, oralarda biraz dolandım. Kuzeyin dağların­ da, 11. yüzyıldan kalma bir mağara manastırında birkaç gün papazların misafiri oldum, ruhumu
Oldu! başka?
Ulu Önder biliyorsunuz hayatı boyunca belli aralarla isim değiştirmeye meraklıydı. Önce Mustafa’ydı, sonra Kemal ol­du. 1921’de Meclis kararıyla Gazi unvanını aldı. Bundan son­raki 13 yıl boyunca adı hemen her yerde Gazi Hazretleri diye geçer, diğer isimleri neredeyse hiç telaffuz edilmez. 1925- 27’de Halaskâr eklenir, olur Halaskâr Gazi Hazretleri. Sonra bilmediğim nedenlerle bu ad terkedilir. Şişli Caddesinin adı, cumhurreisinin İstanbul’u ziyareti onuruna Temmuz 1927’de düzeltilmiştir; o kalır. Aklı başında insanlar bir yıldan beri bu caddeye Hrant Dink Caddesi adını veriyor. Size de tavsiye ederim, öyle deyin. Mek­ tup gönderecekseniz öyle gönderin; birkaç kez geri gelir sonra alışırlar. Taksiciye öyle söyleyin. Anlamazsa hayret edin, “kar­şının şoförü müsün” diye kılçık yapın. Telaffuzu da Türkçe fo­ netiğe nispeten daha uygun. Bir-iki yıla tutmazsa şaşarım.
Benim anlamaktan aciz olduğum konu şu; TC askeri Kürdistan’da bir dini tesis etmek için mi savaşıyor, yoksa din el­den gidiyor da onu önlemek için mi savaşıyor? Nedir bu şehit muhabbeti, biri bana anlatsa pek mutlu olacağım. Hani varsa öyle bir şey keşki ben askere gitmeyeymişim diyorum, bilme­diğim bir din uğruna haybeye gitmek de var işin işinde. Yok postmodern söylemde din şart değil, herhangi bir inanç için ölen kişi şehittir, seküler de olabilir diyorlarsa konu daha beter karışıyor.
Bu adam ne diyor böyle, arkadaşlar..
Türkçe ile Kırgızca veya Özbekçenin “lehçe” ve hatta “ağız” olduğunu söyleyen vatanist dilcilere alem bu devirde nasıl kahkahayla gülüyorsa, Zazaca ile Kurmanci’ye “lehçedir” diyene de öyle gülmek gerekir, en azından tutarlılık uğruna.
77 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.