Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ne O Malatya kültüründen vazgeçti, ne ben Afyonlu olmaktan… Bunu bilinçli yapmadık tabii Sadece bize uymayan şeylere özenmedik. İkimiz de aile yaşamını sevdiğimiz için orta bir yerde buluşabildik… Hayatı kolaylaştırdık birbirimize…
Sayfa 191 - Doğan KitapKitabı okudu
Bir öğrencimizin anneannesi aradı. "Gül Hanım, bizim temizlik işlerine yardım eden hanımın oğlu askerliğini yapıyordu. Geçen gün çok ağır hasta olarak Haydarpaşa Gata'ya getirilmiş. Hayatından ümit kesilmiş. 'Ne isterse yapmaya çalışın' demiş doktorlar… En çok istediği şeyin ne olduğu sorulunca, 'Şener Şen'i
Sayfa 186 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Bir akşamüstü telefon çaldı… Antalya'dan arıyorlar… "Biz Antalya'da oturuyoruz. Çocuğumuz çok hasta… Şaban gelirse yemek yerim, ilaç içerim diyor… Nasıl görüşebiliriz?…" Telefon numarasını aldım… Akşam O'na anlattım. Dizi çekimleri olduğu için gitmesi imkânsızdı… Çok üzülmüştü… Hemen telefon etti… Çocuk O'nun sesini tanıdı… Konuşurken yüzünde derin bir acı gördüm… Gözleri doldu, çocuğun annesine her akşam arayacağına söz verdi… Bir ay kadar her akşam aradı… "Aç ağzını." "Köfteni al" "Bir kaşık da yoğurt ye." "ilacını yuttun mu?" Annesinin söylediğine göre akşamı sabırsızlıkla bekliyor, yemeğini yiyor, ilacını alıyordu çocuk… Bu telefon konuşmaları için çalışma odasına giriyor, sanırım kapattıktan sonra bir müddet yalnız kalmak istiyordu… Odadan çıkınca yüzü kıpkırmızı, gözleri yaşlı oluyordu… Bir sabah çocuğun annesi aradı… "Gül Hanım, Kemal Bey'e söyleyin, artık aramasına gerek kalmadı." Nasıl bir duyguydu bu?… Bir anda ne söyleyeceğimi şaşırdım… Sanki bir şeyler yapmalıydım… Ama ne?… Akşam O geldi… Biraz gecikmişti… Çalışma odasına doğru giderken, "Arama" dedim. "Neden, geç mi oldu?" "Yok, artık arama." Gözleri doldu… Oturma odasına gitti, kanepeye uzandı… Belli ki canı konuşmak istemiyordu… Akşam yemeği yemeden uyudu… Bu konu bir daha hiç açılmadı… Eminim her köfte gördüğünde telefon arkadaşını hatırlıyordu… Hiç görmediği çocuğa bağlanmıştı… Unutmadı son günlerine kadar…
Sayfa 185 - Doğan KitapKitabı okudu
Ben gerçekten bir film seti görmedim! Ne O bana, "Gelme" dedi; ne ben O'na, "Bir kere gelip görsem" dedim… Babam, "İş yeri çalışanlar içindir. Çay, kahve içmek, ziyarete gitmek için değil, işin varsa gider, yapar, çıkarsın" derdi… O, tiyatroya gittiğimizde kulise girmek istemezdi. "Orası yatak odası gibi özeldir. Oyuncular giyinir, soyunur, dinlenir, çalışır…"
Sayfa 163 - Doğan KitapKitabı okudu
"Sana bir garson mu tecavüz etti?"
Daha çok evlerimizde yemek davetlerinde bir araya geldiğimiz, hoşça vakit geçirdiğimiz bir aileyle ara sıra dışarıda da buluşurduk… Bazen çocuklarımızı da alıp bir kebapçıya, bazen de çocukları evde bırakıp balık yemeğe veya gece kulübüne giderdik… Arkadaşımızın kocası, evde gayet uyumlu, ne olsa yiyen, çocukların gürültüsünden asla rahatsız olmayan sakin bir adamdı… Onlar bize geleceği zaman yemek yapmak zevkti… Öyle güzel iltifatlar alırdım ki, kendimi iyi hissederdim… Amaaaa bir lokantaya gittiğimizde içinden korkunç bir adam çıkıyordu… "Oğlum, önce bir tabak maydanoz getir…" Maydanoz mu? Neden önce maydanoz? Evde maydanoz filan yemez… "Bir saattir buz bekliyoruz! Bu maydanozun limonu nerede, biz mi söyleyeceğiz her şeyi canım?" O, bu tavrı hiç sevmiyor, adam bağırdıkça ezilip büzülüyordu… Ara sıra olduğu için katlanıyordu… Sürekli garsonlardan özür dileyerek yemeğini yemeye çalışıyordu. Evde bizden su isterken bile rahatsızlık verdiğini düşünen bir adam için katlanması zor bir durumdu. "Bu nasıl lakerda? Kaldır şunu! Kızarmış ekmek yok mu?" Eşi de rahatsız oluyordu ama pek bir şey söyleyemiyordu… Her defasında belki yapmaz diye umutla gidiyorduk. Bir gün yine bir balıkçıya gittik. Oturur oturmaz, "Maydanoz bize…" dedi. Bizimki de gaflet işte!… Yine başladı… "Oğlum, bekleyeceksek başka yere gidelim! Şu örtüyü kaldır, görmüyor musun, lekeli…" O, sakin sakin baktı… Yüzünde muzır bir gülümseme… Gayet yumuşak bir ses tonuyla, "…cığım, sana bir garson mu tecavüz etti?" deyiverdi. Dördümüz de kahkahalarla güldük…
Sayfa 161 - Doğan KitapKitabı okudu
Hani herkesin sevgilisiydi?
Yine başladım aynı sorulara… Hani örnek insandı? Hani hayatı boyunca kimseyi kırmamıştı? Hani vergi rekortmeni olmuştu yıllarca? Hani Türkiye'nin en önemli oyuncularındandı? Hani herkesin sevgilisiydi? Papağan gibi bunları tekrarlayıp duracak mıydım içimden? Her olaydan sonra… EVET! Çocuklara ne diyecektim? Paramızın peşine düşmüyor, okumadan attığı imzalar yüzünden dolandırılıyor, sahtecilikten hapse mahkûm oluyor… Hastanede, eşi adına derslikler yapıyor, hasta çocuklara moral olsun diye… Eşyalar elinde kalıyor, zabıt tutmadan aldığı için hırsız sayılıyor… Galeriye eşinin adı veriliyor diye minnettar oluyor, sabahlara kadar sergiler hazırlıyor, adı yazılı davetiyeler bastırıyor, gece yanları tanımadığı atölyelerde çamurdan kaş göz oyuyor, bu yapılanları sokaktan topluyoruz… Kocasının adına iftar sofraları düzenliyor, "insanları sıraya dizerek yemek yedirdiği" ve bundan zevk aldığı düşünülerek, psikopat sayılıyor… Şimdi de Zincirlikuyu'daki bütün mezar yerlerinin ada, parsel numaralarını ezbere bilmediği için mezar işgali ile suçlanıyor!
Sayfa 137 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Oynadığı her filmin kostümüyle dolaşıyordu. Bekçi, Postacı, Mübaşir… Setten çıktığı kostümü asla çıkarmıyor, her yere öyle gidiyordu… Çalışmadığı günlerde kostümler temizleniyor, yine çıkarmamacasına giyiliyordu… Eve gelince varsa ceket, kravat çıkıyor, pantolon gömlek üstünde kalıyordu… Halbuki film çekimi olmadığı zaman eve girer girmez üstünü değiştirirdi. Bu kıyafet işi hep böyle devam etti. Biz de alışmıştık. Anormal bir durum olduğunun o da farkındaydı. Eve gelince oynar, dans eder, şirinlikler yapardı… Belki de kostüm meselesini örtbas etmek istiyordu. Hani çocuklar yaramazlık yaptığında, kızmamamız için dikkatimizi başka yöne çevirmek isterler ya… İşte öyle…
Sayfa 116 - Doğan KitapKitabı okudu
O, hayatı boyunca kimse duymadan öğrenci okuttu, hastalara yardımcı oldu… Biz de devam ettirmeye çalışıyoruz O'nun görev bildiği yardımları… İlle de bir "tabelada" mı yazması lazım yapılan güzel şeylerin? Kameralar olmadan, flaşlar patlamadan da paylaşabiliriz elimizdeki imkânları… Kimse bilmeden, kimse görmeden… Yardımı alan da bilmemeli çoğu zaman… Sadece vicdanınızla baş başa… Ne büyük rahatlık… Şimdi, "Onun için ne yapıyorsunuz?" diye soranlara, "Hiçbir şey" diyorum…
Sayfa 115 - Doğan KitapKitabı okudu
O'nu İstanbul belediye başkanlığı için aday göstermek istediler. Murat Karayalçın bizzat arayıp rica etti kendisinden. Çok memnun olmuştu böyle önemli bir göreve düşünüldüğü için. Fakat asla yapamayacağını biliyordu. Çok sıkı takip etse de siyasi ortamın içinde aktif görev almaktan uzaktı
Sayfa 111 - Doğan KitapKitabı okudu
Ali telefonda. "Anne, birisi aradı. Beyoğlu'ndaki babamın adı verilen resim galerisinin önüne yaptığımız rölyefleri atmışlar, kıyamamış almış gitmiş, ilgilenmemizi istiyor." Nasıl yani? "Kemal Sunal Resim Galerisi…" Bakan, arkadaşları, sevenleri, ailesinin katılımıyla görkemli bir açılışla hizmete sunulmadı mı? Hepimiz toplanıp O'na olan saygımızı, sevgimizi ölümsüzleştirmek için orada hazır bulunmadık mı? O, sanatı ve yaşantısıyla örnek bir insan değil miydi? O'nun için ne yapsak azdı hani? Ya arayan yanlış anlattı, ya da Ali anlayamadı… Ali verilen numarayı aradı. Bina satılmış, tadilata girmiş. İçerideki eşyalar, molozlarla birlikte kapının önüne atılmış, kamyona yüklenmek için bekliyormuş. Galerinin temizlik görevlisi O'na duyduğu hayranlık ve saygısından dolayı bu görüntüye dayanamamış. Ali'nin telefonunu bulup haber vermiş. Hemen oraya bir kamyonet gönderdik. Aylarca üstünde sabahlara kadar çalışılan rölyefleri ve O'na ait fotoğrafları aldırdık. Ali donmuş kalmıştı. Çalışmanın, yaptığı işe saygı duymanın, ailesine ve dostlarına dürüstlükle bağlı olmanın, yıllarca vergi rekortmenleri arasında üst sıralarda yerini almanın nasıl değerlendirildiğini anlamaya çalışıyordu… Bu konuyu tartışacak muhatap yoktu. Kimse ne olduğunu bilmiyor, merak da etmiyordu… Bize haber veren, ismini bile bilmediğimiz dostumuza teşekkürler…
Sayfa 105 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
"Yılın annesi olamazdım"
Çok ünlü bir program yapımcısı o günlerde evde röportaj yapmak istemiş, ben kabul etmemiştim. Başsağlığı için geldiğinde kamerayla eve giremeyeceğini söyledim. Sadece kendisi girdi, biraz oturup gitti. O, hayattayken çalışmaları ve eğitimi dışında hiçbir televizyon kanalında özel hayatından bahsetmemişti. Ben de bir programa çıkıp O'nu anlatma hakkını kendimde bulmuyordum. Öyle bir gücüm de yoktu zaten… Aynı yapımcı telefonla arayarak 8 Mart 2001 tarihinde programına çıkmamı, "yılın kadını" seçildiğimi, ödülümü program sırasında vereceğini söyledi. Teşekkür ettim. Programa çıkamayacağımı uygun bir dille anlatmaya çalıştım. Yapımcı pes etmiyordu. Mayıs ayında tekrar "yılın annesi" seçildiğimi, çocuklarımla birlikte programına çıkmamızı rica etti. Ne yapmıştım da ben bu ödüllere layık bulunmuştum? "Eşinizi kaybettiniz, çocuklarınıza kol kanat gerdiniz, ayaklarınızın üstünde durdunuz… bu gibi sebeplerden dolayı" diye bir açıklama yapmaya çalıştı. Ne kadar çok insan var benim durumumda olan… Daha bin beter durumlarda… Gitmedim, gidemezdim… Utanırdım…
Sayfa 105 - Doğan KitapKitabı okudu
Bir gün İffet elinde siyah bir çorabı eviriyor çeviriyor, büyükçe bir deliği dikmeye çalışıyordu. "Ne dikiyorsun?" "Ali'nin çorabı- nu." "Ama o delik dikilmez, çok büyük, diksen de giyilmez." "Dik dedi." Ali'nin yanına gittim: "Oğlum, o çorap dikilmez, artık atalım." "Hayır, sakın." "Oğlum!" "Anne, Ezo'yu okutuyoruz. Dönünceye kadar hiçbir şey almayacağım. Kardeşime para gerek…" Anne olmanın tadını çıkarttırıyorlardı bana böyle düşünerek… Doğum günü, yılbaşı… Ali'ye bir hediye alsak, değiştirme kartıyla ya Ezo'ya ya da bana bir şey alıp getiriyordu. Dediğini yaptı. Ezo dönünceye kadar kendine hiçbir şey almadı… Çorap bile!… İkisi de nasıl da hayata bağlanmaya, birbirlerine ve bana destek olmaya çalışıyorlardı. İlk yıl hariç onları bir daha üzgün görmedim. İyi oynuyorlardı… Benim çaresizliğimi görüp, üzmemek için… Bazen beceremiyorlardı mutlu görünmeyi… E, o kadar da olacaktı… Büyük bir travma yaşadılar…
Sayfa 104 - Doğan KitapKitabı okudu
Ali gece gündüz demiyor, sabaha karşı mezarlığa gidiyor, bütün zamanını orada geçirmek istiyordu. Mezarlık tadilatta olduğu için kapısı yoktu ve Ali rahatlıkla içeri giriyor, babasının üstünde yatarken bulunuyordu görevliler tarafından… Bir sabah yine beni aradılar, Ali'yi çamur içinde mezarda bulmuşlar, ısınması için çay içiriyorlardı. Bana bu durumun son derece tehlikeli olduğunu söylediler. "Kapılar açık, burası güvenli değil, başına her şey gelebilir" dediler. Ama Ali'yi durdurmak mümkün olamadı. Ev kalabalıkken masaların üzerinden bulduğu bir anahtarla otoparka iniyor, anahtara basınca hangi araba açılırsa, onu alıp doğru Zincirlikuyu'ya gidiyordu… Misafir, araba anahtarını bulamazsa Ali'nin gittiğini anlıyor, gidip alıyorduk. O kalabalıkta kontrol güç oluyor, kaşla göz arasında kayboluyordu ortadan… Uzun süre buna devam etti…
Sayfa 65 - Doğan KitapKitabı okudu
Düğün yapamadığımız, gelinlik ve damatlıkla şöyle bir salınamadığımız için aklımıza geldikçe üzülüyorduk.
Sayfa 57 - Doğan KitapKitabı okudu
Yazlarımızı Tuzla'da geçirirdik ve O, yaz boyunca Ali'yi arkadaşlarının olduğu siteye sabah götürüp, akşam veya bazen gece geç vakit gidip alırdı Ezo'nun tenis derslerini seyretmek için erken saatte kalkar, yürüyerek kulübe giderdi, birlikte tost yemeye bayılırlardı. Ne olursa olsun çocuklarına zaman ayırıyordu. Şimdiki hayatımıza da yansıdı bütün bu derin ilgi ve sevgi… Birbirimize bağlılığımız o günlerin eseri… O'nun eseri… Aile kavramını bize dolu dolu yaşattığı için minnettarım O'na.
Sayfa 50 - Doğan KitapKitabı okudu
644 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.