".. geceyi yaşayan gölün yağmur karanlığında dünya oyununun yansıdığını ve sergilendiğini gördü: Güneşler ve yıldızlar yuvarlana yuvarlana yukarı çıkıyor, aşağı iniyordu. İnsanlardan ve hayvanlardan, cinlerden ve meleklerden oluşan korolar karşılıklı dikiliyor, ezgiler söylüyor, susuyordu; kafileler halinde çeşitli yaratıklar birbirleri üzerinde yürüyordu, her biri kendisini doğru dürüst tanımaktan uzak, kendi kendisine kin besleyerek, başkalarında kendisinden nefret ederek ve kendi kendisinin peşine düşerek. Hepsinin de içinde ölüme duyulan özlem vardı., huzura kavuşma özlemi; hepsinin de Tanrıydı hedefi, Tanrıya dönüş, Tanrıda ikamet etmekti. Bu hedef de korkulara yol açıyordu, çünkü yanılgıdan başka bir şey değildi. Tanrıda ikamet etmek diye bir şey yoktu çünkü! Sükûnet diye bir şey yoktu. Tek şey vardı, sonsuz, sonsuz, görkemli, kutsal nefes alı-veriş, biçimlendirilme ve çözülüp dağılma, doğum ve ölüm, göçüp gitme ve diriliş, aralıksız ve bitmek bilmeyen. Ve bu yüzden tek bir sanat vardı, tek bir ögreti, tek bir giz yalnızca: Kendini düşmeye bırakmak, Tanrının istemine karşı durmamak, iyi olsun, kötü olsun, hiçbir şeye bir daha bir daha bırakmayacakmış gibi sarılmamak. Ancak o zaman esenliğe kavuşurdu insan, o zaman acıdan da korkudan da yakasını kurtarırdı, ancak o zaman."