Sonra, başka şehirlerde, güneş ışığı addolunacak kadar aydınlık gölgelerde, sıcaktan dalaşmayı bırakmış zavallı sokak köpekleri, dilleri dışarıda yatar ve gelip geçenlerın, yolunu bir milim değiştirmemek için onları tekmeleyerek yolun ortasına savuran bir Rum veya Ermeni yerine, yolunu değiştirecek merhametli bir Türk olmasını umar. O saatlerde Topkapı Sarayı'nın odalarında ve dehlizlerinde dolaşmak çok keyiflidir. O küçücük enfes kütüphanede yarım saat geçirerek sultanların harika portrelerine dalıp gitmek, hele bu değerli parşömen sayfaların emanet edileceği kadar talihliyseniz! Fatih Mehmet, Sofu Beyazıt, Kanuni Sultan Süleyman, I. Ahmet -o altı minareli camiyi yaptıran-, Yeniçerileri ortadan kaldırıp fesi getiren Islahatçı Mahmut, -bunlar ve daha pek çoğu- türlü garip tutkulara ve ihtiraslara sahip adamlar, bu büyük, eski ve parça parça inşa edilmiş sarayın duvarları arasında yaşamış, dolaşmış ve kişiliklerinin damgasını vurmuşlar. Kimileri zevklerinde bir Roma imparatorunun lüks hayallerini bile aşacak kadar şehvet düşkünü; kimi savaşçı, yalın ve haşin; kimi merhametli, kimi kana susamış, hepsi de teorik olarak -yahut hem teoride hem pratikte- despot. Onları zengin ve çeşitli ihtişamları içinde, sarıklı, mücevherli ve silahlı resmeden portreleri burada. Yüz hatlarında bazen kadınsı bir yumuşaklık sezilse bile çoğu hiddetli ve sert bakışlı, çünkü onlar sultan, sadece padişah -şahların şahı, hükümdarların hükümdarı-değil, aynı zamanda hünkar yani "kan erbabı".