Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt)

Kolektif

1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt) Gönderileri

1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt) kitaplarını, 1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt) sözleri ve alıntılarını, 1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt) yazarlarını, 1900'den Günümüze Büyük Düşünürler (1. Cilt) yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yapılaşma teorisi bir eksikliğin tespitiyle, sosyal bilimlerde bir eylem teorisi olmadığı teziyle başlar.
Ancak Nietzsche, Batı Metafiziğinin zamanı iptal ederek ya da görmezden gelerek tesis ettiği ontolojiye karşı çıkmakla birlikte, bazı ba­ kımlardan onun içinde tutuklu kalmıştır. Varlık zamansallık içinde ya­ kalanabilir. Varlık, adeta düşünen insanın önünde bir olay (event) olarak vuku bulur. Hatta bu ufuktan da insan, insan olarak kendine süzülmüş olur. Ancak ne var ki Nietzsche burayla ve şimdiyle bir bağlantısı olma­ yan Varlığın düşünce tarihinde bir yanılsama olduğunu söylerken, bu Varlığı tarihsel akıl tecrübesinde eriten sujeyi de tam bir düze çıkardığı söylenemez Çünkü onun üst-insanı, kendi iyisini o güne kadar varolmuş olan toplumsal dünyanın hiçbir yerinde bulamaz; fakat kendisinin yeni yasasını ve yeni erdemler listesini dikte ettiği kendi benliği içinde bulabi­ lir. Aslında onun tavrı, li}?eral bireyci modernliğin kavramsal şemasından bir uzaklaşma ya da bu şablona bir alternatif olmaktan ziyade, bu şema­ nın kendi içsel açılımı içinde yer alan bir şube olduğunun gizli itirafından başka bir şey değildir
Reklam
Arzu ,libido
Bütün formlarında sevgi, ayrılanı yeniden birleşmeye sevk ederse, bu durumda bir olan sevginin doğasının faklı nitelikleri anlaşılabilir. Ge­ leneksel olarak 'arzu' (epithymia), sevginin en düşük niteliği olarak kabul edilir. O, tensel tatmin arzusuyla özdeşleştirilir. Bu nitelik ve daha yüksek ve temel farklılıklar olduğunu varsayanlar arasında tam bir yarığı tesis etme konusunda felsefi ve teolojik ahlakçılar tarafında muazzam bir ilgi vardır. Öte yandan, naturalist kanatta sevginin diğer bütün nitelikleri­ ni, arzu niteliğine indirgeme konusunda bir eğilim vardır. Bu problemin çözümü, sadece sevginin ontolojik yorumu ışığında mümkündür. Her şeyden önce Latince bir kelime olan libido, hazza yönelik arzusu olarak tanımlanırsa, onun yanlış anlaşıldığının söylenilmesi gerekir.
Gerçekte hayat, bir varlıktır; sevgi hayatın hareket ettirici gücüdür.
Benliğin kendini aşmasına tanık olması sadece ahlak alanında de­ ğil, aynı zamanda kültür ve din sahasında da geçerlidir. Ahlak, kültür ve dine insan "ruh" unun işlevleri dediğimiz zaman, ruh ve bedenin, canlılık ve rasyonelliğin, bilinç ve bilinçaltının, duygusallık ve entelektüelliğin dinamik birliğine yöneliriz. İnsan tininin her işlevi, sadece onun şu ya da bu ögesinden ziyade, her yönüyle bütün bir kişiyi kapsar. Ruhun bu üç işlevinden hiçbiri, kesinlikle diğer ikisinden yalıtılmış bir şekilde orta­ ya çıkamaz. Bununla beraber, onlar birçok bakımdan birbiriyle ilişkilen­ dirilebileceği için ayırt edilmesi gerekir. Kısaca şöyle diyebiliriz: Ahlak, tini taşıyan yapı, yani odaklanmış şahıstır (centered person); kültür, ruhun yaratıcılığına ve aynca onun yarahmlarının tamamına işaret eder; din ise, varlık ve anlamda nihai ve şartsız olana doğru ruhun bizzat kendini aşmasıdır.85
Sürgün yaşamak, insanın dünyayı kavradığı, yaşadığı dilden de sürgün yaşaması anlamına gelir. Çünkü insan, hayatı belirli bir dilde ya­ şar. Bu kişinin mütefekkir olduğu dikkate alınırsa, bulunduğu kültüre ve dünyaya kısacası hayata açıldığı dille vedalaşmak zorunda olması, onun belleğinde şüphesiz onulmaz yaralar açar. Tecrübelerini yaşadığı, kazandığı, özümsediği ve hatırladığı Almancada değil de, Tillich bu kez düşünsel ağını ve kritik yeteneğini İngilizcede örmek durumunda kalır.
Reklam
Ayn Rand, cinselliğin aşkın ayrılmaz bir parçası olduğu kanısında olduğu için platonik aşk kavramına karşıdır.
Sevgi
Sevgi, doğası gereği bencilce bir duygudur. Seven insan, sevdiği­ nin var olmasından dolayı son derece kişisel ve bencilce bir sevinç duy­ gusu hisseder. "Bencilce olmayan bir sevgi", çelişkili bir ifadedir. Böyle bir "sevgi," insanın, sevdiği kişinin varlığından, onunla birlikte olmak­ tan hiçbir zevk almadığı ve mutluluk hissine kapılmadığı anlamına ge­ lir. Oysa sevgi, sevene yoğun bir zevk ve mutluluk yaşattığı için sevenin sevilene ihtiyaç duymasına yol açar. Bu nedenle, bir insanın, sevdiği in­ sanlar için çaba harcaması, onların refahını ve mutluluğunu gözetmesi, bir fedakarlık olarak algılanamaz. Örneğin, kansına derin bir sevgiyle bağlı olan bir adam, karısının tehlikeli bir hastalıktan kurtulması için bü­ yük bir servet harcadığında, bunu kendi kişisel ve bencilce çıkarları için yapmaktadır. Bu adamın servetini harcayarak, kansı için bir fedakarlıkta bulunduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü adam için, karısının ha­ yatta kalması, parayla satın alabileceği diğer her şeyden daha değerlidir (Rand, 2006:63).
İnsan hayatının nihai değer ve temel ahlaki standart olması, her insan için kendi hayatının ve mutluluğunun kendi başına bir amaç olduğu an­ lamına gelir. İnsan, kendi dışındaki insanların ulaşmak istedikleri amaç­ lar için bir araç değildir. Kendisini başkalarının amaçları için feda etmesi ya da başkalarının onun amaçları için kendilerini kurban etmeleri aynı derecede yanlıştır ve ahlak dışıdır. İnsanın kendisi için yaşaması, en yük­ sek ahlaki amacının kendi mutluluğunu başarmak olduğu anlamına ge­ lir (Rand, 2006:35).
Reklam
Ayn Rand'a göre, algısal illüzyonlar diye adlandırılan durumlar­ da dahi algısal hata yoktur; böyle durumlar, aslında algılarımızın geçer­ liliğinin bir göstergesidir. Örneğin1 yansı suda yarısı havada bulunan bir çubuğun, iki parça halinde ya da bükülmüş gibi görünüyor olması, duyularımızın gerçekliğe olan tepkilerini bize sansürsüz iletmelerinden kaynaklanır. Duyular, algıladık.lan nesneyle ve nesnenin içinde bulundu­ ğu şartlarla ilgili iletebildikleri tüm algılamaları iletirler. Yansı suda yansı havada bulunan çubuk örneğinde ışığın suda, havada olduğundan daha farklı bir hızla hareket ediyor olması, çubuğun kırılmış ya da bükülmüş görünümüne yol açmaktadır. Çubuğun gerçekte kırılmamış olduğunu keşfetmesi gereken duyu organlan değil, duyu organlarının ilettikleri­ ni doğru bir şekilde kavramsallaştırması ve yorumlaması gereken insan aklıdır. Mevcut "algısal illüzyon" nedeniyle duyu organlarını eleştirmek, aslında bu organlan bize kısmi değil bütünsel veri sağladıkları için kına­ mak anlamına gelmektedir (Peikoff, 1993:40)
Algılama, fiziksel bir deneyimdir. Fiziksel varlıkların, insanın yine fiziksel temelli olan duyu organlan üzerindeki etkisidir; duyu organları menzilleri içerisindeki nesnelerin etkilerine otomatik olarak tepki göste­ rirler. Doğa yasalarına uygun bir şekilde insanın organlan, algılanan me­ sajı sinir sistemine ve oradan da beyne aktarırlar. Bu organlar, nedensel­ lik kanununa uygun biçimde davranırlar ve algılama yoluyla elde edilen verileri çarpıtmazlar.
Doğal elementlerin kombinasyonlarının düzenlenmesi insanın sahip olduğu tek yaratıcı güçtür. Bu, müthiş ve mükemmel bir güçtür - ve bir "yaratıcı" kavramının tek anlamıdır. "Yaratma" yoktan bir şey var etme anlamına gelmez (metafizik olarak ge­ lemez). "Yaratma" doğal elementlerin daha önce bulunmayan bir düzenlemesini (bir kombinasyonu veya bütünleşmesini) ortaya çıkarma gücü anlamına gelir. (Bu bilimsel veya estetik herhangi bir insan ürünü için doğrudur: İnsan tahayyülü onun realitede gözlediği şeyleri yeniden düzenleme yeteneğinden fazlası değildir.) Doğaya göre insan gücünün en iyi ve derli toplu tanımlaması Francis Bacon'ın ''Tabiata hükmetmek için ona itaat edilmesi gerekir" teşhisidir. Burada, "hükmetmek" insan amaçlarına hizmet ettirilmesi; "itaat edilmesi" ise doğal elementlerin özellikleri keşfedilmedikçe ve onlar uygun şekilde kullanılmadıkça insan amaçlarına hizmetin gerçekleşmeyeceği anlamına gelmektedir (Rand, 2005d:45-46).
Bilincin üstünlüğü ilkesinin üç türü, dini, sosyal ve bireysel türleri özellikle yaygındır. Bu ilkenin dini versiyonuna göre, varoluş bir Tann tarafından yarahlmıştır, yani varoluş kendiliğinden değil, Tanrı sayesin­ de vardır. Bir tür bilinç olarak düşünülen Tanrı, mutlak bilgiye sahiptir ve insanlar ancak bu bilinçle bağlantı kurabildikleri
İnsanın kendi iç dünyasını, kendi düşünce, duygu ve hislerini incelemesi, yani iç gözlem (introspec­tion), ise bilincin anlaşılmasında yetkili olsa da, dış dünya hakkında bilgi edinmekte kullanılamaz. İnsan, kendi dışındaki dünyayı, bu dünyadaki olguları, sadece duyu organlarıyla doğrudan ya da dolaylı gözlem yoluy­ la fark edebilir. Varoluşun üstünlüğü ilkesinin varoluşun bilgisini elde ehnekte akla uygun bir şekilde dış gözlemi kullanmasına karşın; bilincin üstünlüğü ilkesi, akılla çelişki içine düşerek iç gözlemi kullanır. Bilincin üstünlüğü ilkesini benimseyen bir insan, dış dünyayı anlamak için kendi ruh alemine bakar. Hisleri ve düşüncelerinin varoluş hakkında kesin bil­ giler verebileceğini zanneder.
78 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.