Her kitap , okuru için anladığı kadardır .
Bazı okurların anladıkları, kitaplardan daha fazladır. Çünkü arkalarında önceki kitapların ışığı , gücü; yaşadıklarından oğrendiklerinin zenginliği vardır .
"Bugün olsaydı asla yapmazdım." dediğimiz şeyler yüzünden bugün, "Bugün olsa asla yapmazdım." diyebiliyoruz.
Bugün dün farkıdır.
Gene de herkesin hayatının maarifi, saati, takvimi farklı bir diğerinden. Herkesin zamanı başka türlü çalışır. Ettiğiniz her söz bu fark içinde bir yer bulur kendisine; ya da bulmaz üzerinden atlanır.
Bizim katlandıklarımızla zaman katlanır.
... (Eğlenceye Doyacağız)
Aslında bu iki sözcüklük manşet sosyolojik bir okumada Türkiye gerçeğine ilişkin önemli bir işaret değeri taşıyor. Nüfus çoğunluğunun sahiden "aç olduğu" toplumlarda "tokluk hissi" yaratmak önemlidir elbet. Aynı biçimde hayat acısı büyük toplumlarda konusu ne olursa olsun sahte doyumlar, çeşitli telafiler yaratmak da önemlidir.
Atasözleri, darbımeseller, sloganlar, paketlenmiş sözler düşünmenin yerine geçiyor gün günden. İnsanları vecizelerin kesinliği dışında düşünmeye çağırmak gün günden güçleşiyor.
Diyalog, yalnızca bir klişeler alışverişine dönüşüyor. Konuşmuyor dilden dile klişe paketleri gezdiriyoruz.
Zaaflarımızdan, kusurlarımızdan söz ediyor görünürken bile, alttan alta kendimizi övmeye devam ederiz. "En büyük kusurumuz" sorulduğunda sayıp döktüğümüz şeyler, insanlara çabuk inanıp güvenmemiz, herkesi kendimiz gibi bilmemiz, hiçbir artniyet düşünmediğimiz için çabuk suistimal edildiğimizdir; en ileri gidebildiğimiz yer, haksızlığa hiç gelemediğimiz için çabuk öfkelendiğimiz ya da doğru bildiğimizi söylediğimiz için insan küstürdüğümüz olur. Sonuçta bize puan getireceğini bildiğimiz, kusur diye sayılan saklı erdemlerin kurbanı olmuş bu mağdur dilini pek severiz.