Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Açıkta Sözleri ve Alıntıları

Açıkta sözleri ve alıntılarını, Açıkta kitap alıntılarını, Açıkta en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ömrünün sonunda onu bekleyen cehennemin, yaşadığı eziyetlerden çok da farklı olmayacağını düşünüyordu. İçinde kara ruhların olduğu o alevler içindeki gayya kuyusu pekala budala dar görüşlüler sürüsüyle dolu bu düzlüğün ta kendisi de olabilirdi.
Sayfa 111 - Delidolu YayınlarıKitabı okudu
Bir zeytin ağacını tastamam bir ağaç şeklinde bulabilmek sıradışı bir durumdu. Buna mukabil budaklı gövdeleri, günün birinde köklerinden su girip şimdi kupkuru kalmış, ağacın ortadan yarılmasına sebep olmuş yarıklarsa bolca bulunurdu. Cepheden geri dönmüş askerler misali. Yaralı ama hala ayakta, yürümeye devam etmekte.
Sayfa 52 - Delidolu YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kendi isteğiyle geri dönmek. Doğaya ve insanlara karşı verdiği umutsuz mücadeleyi bırakıp evine dönmek. Yuvasına değil, onun için daima bir sığınak olmuş o yere dönmek. Ayrılmadan önce sahip olduğu koşullardan çok daha kötüsünü göze alarak dönmek... Yolculuktan pişmanlık getirerek eve dönen evlat olmayacaktı o. Ailesinden nefret edendi ve onların vereceği yargıyla yüzleşmek zorunda kalacaktı. Böyle düşünüyordu, evet.
Sayfa 114Kitabı okudu
Zulmün de açgözlülük ve şehvet düşkünlüğü gibi nedensiz yere her daim iş başında olduğu bu dünyanın anahtarı bilgelikte saklı değildi.
Sayfa 116 - Deli DoluKitabı okudu
ihtiyar: “Puştlar için bir mezar kazmak, nihai hesap gününü beklerken onlara yırtıcılardan uzakta torpilli bir yer ayarlamak gerek.” Çocuk bir kez daha yanına çömeldi adamın. “Bunu yalnız yapamam.” “Ama yapmalısın.” “Ne kazma ne kürek var.” “Eğer onları gömmezsen kuşlara yem olacaklar.” “Bunun artık ne önemi var?” “Tabii ki var.” “Ama bu adamlar bunu hak etmiyor.” “Zaten bu yüzden yapman gerek.”
Sayfa 146Kitabı okudu
“Berrak gökyüzünde asılı duran hilal şeklinde Ay. Başının üzerinde binlerce, milyonlarca, birçoğu çoktan ölüp gitmiş yıldız göz kırparak ışıklarını yolluyordu ona.”
Reklam
Hayatının kalanı boyunca durmaksızın tekrarlamak zorunda kalacağı bir ayindi bu; gel zaman git zaman önemli bir ritüelin bir parçasını oluşturacaktı: vazife ve yürüyüş.
Sayfa 39 - Delidolu YayınlarıKitabı okudu
Evindeki taştan kalın duvarlar, çocukların münasebetsiz bir iş karıştırırken yakalandıklarında yere bakmalarını gerektiren çok eski bir yasa dayatırdı onlara. Kurban ya da tanrıların gazabını yatıştıran bir adak gibi başını eğip enseyi göstermek gerekirdi. İşlenen suçun büyüklüğüne göre enseye inen tokatlar ya cezanın kendisi ya da daha büyük bir dayağın salt girişi olurdu.
Az kalsın çukurun üstünü örten dalları kımıldatıp bulunduğu yöne en yakın adamların dikkatini çekiyordu. O zaman biri diğerlerine sessiz olmalarını emredecek ve sesin geldiği yöne doğru kulak kesilecekti. Göz göze geleceklerdi. Onlarca çubuğun durduğu yere doğru, karşılarına bir yabani tavşan mı yoksa kayıp çocuk mu çıkacak diye tereddütle, sinsice yaklaşacaklardı. Sonra dalları bir kenara iterek, orada dip kuytuda, karnının üstüne iki büklüm olmuş bedeniyle onu göreceklerdi. Bayılmış numarası yapacak; çamur birikintilerine bulanmış hali, elbisesinin ıslaklığı ve kirli saçı zaferinin tablosunu oluşturacaktı. Bir anlık da olsa bu zaferin tadını çıkaracaktı. Bugünü kurtaracaktı, peki ya sonra?.. Derken adamların bağırışlarına ötekiler de üşüşecekti. Soluk soluğa kalmış babası gelecekti; kendini kaybetmiş, aynı zamanda her şeye hazırlıklı bir halde. Çevresinde onu havasız bırakacak bir arbede yaşanacaktı. Henüz küçük kibrit çöpünü yakıp tüketen tatlı alevin ortada olmadığı, çakmak üzere olan kibrit... Onu topraktan sevinç nidalarıyla kazıyıp çıkaracaklardı. Etrafında birbirine sarılıp kucaklaşan adamların sırtlarından tozlar havalanacaktı. Sonra bir el arabasının içinde, çiftçi şarkıları ve ılık şarap eşliğinde köye dönüş yaşanacaktı; küçük ve esmer göğsünde babasının kaba saba eli... Herkesi ilkin meyhaneye sonra da evlerine götürecek oyunun şen şakrak giriş sahnesi gibi... Son perdedeyse çatıyı ayakta tutan ve her şeyin yegane tanığı olan, kocaman odaları buz gibi kılan kalın duvarlar. Babanın yıpranmış kemerinden önce gelen, topluca seslendirilen giriş müziği.
“Nerede bulunur, bilmiyorum ki.” “Ben sana anlatırım.” “Korkuyorum...” “Sen çok cesur bir delikanlısın, evlat.” “Hayır, değilim.” “Buraya kadar geldin.” "Senin sayende...” “Hayır, senin cesaretin sayesinde.” Çocuk ne yanıt vereceğini bilemedi. “Orada, tepede asılı olan İsa’nın tacını gördün mü?” “Evet, üç ucu var.” “Onlar gücü temsil eder evlat. Biri hafızadır, diğeri anlayış, üçüncüsüyse irade.” Çocuk kafasını kaldırıp baktı. Alacakaranlık, duvarın tepesinde duran ikonu sadece gömleğin, ellerin ve tacın gayri ihtiyari se-çilebildiği siyah bir silüet haline getirmişti. İhtiyarın söyledikleri çocuğu büyülemiş, bir an için endişelerinin uçup gitmesine neden olmuştu. “İsa da acı çekmişti.” “Ben artık acı çekmek istemiyorum.” “Öyleyse burada kalıp susuzluktan ölelim. Böylelikle kısa sürede acı çekmekten kurtulursun.”
Reklam
Çocuk belli bir mesafede ayakta dikilirken, ihtiyar sabit gözlerle ona baktı. “Otur!” “İstemiyorum!” “Sana bir şey yapacak değilim.” “Beni aradıklarım biliyorsunuz, beni teslim edeceksiniz.” “Hayır, niyetim bu değil.” “Sizin niyetiniz de herkesinkiyle aynı.’ “Yanılıyorsun!” “Beni neden ta buralara kadar getirdiniz?” “Uzak olsun diye.” “Nereden uzak?” “İnsanlardan.” “İnsanlarla sorunum yok benim.” “Seni gören herhangi biri ihbar edebilir.” “Sizin de yapacağınız gibi, değil mi?” “Hayır!” “Siz de diğerleri gibisiniz.” “Senin hayatını kurtardım.” “Karşılığında bir şey almak için olmalı.” İhtiyar suskunluğunu korudu. On metre uzağındaki çocuk, hayal kırıklığı işeme isteğine yol açmış gibi küçük bir daire çizerek huzursuzca kıpırdanıyordu. “Neden kaçtığını bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Çocuk hareket etmeyi bıraktı. “Benim tek bildiğim, kâhyanın hükmünün buralarda geçmedi