İnsanları dene; sonuçta kâinatın düzeniyle ilgili sahih itikadı yitirmenin, kişiyi nasıl umutsuz kıldığını, acziyetle, tembellikle, kötümserlikle, kederle üzüntüyle damgalanmış bir tutuma dönüştürdüğünü göreceksin. Sözgelimi umutsuzluk içinde kıvranan bir kimsenin yüzüne bakın, ne kadar kötüdür, ne kadar asıktır, ne denli çıfıttır! Başarısız bir insanın yüzüne bakın, ne kadar gergindir. Bir de bunların karşısında başarılı, ümitvar ve iyimser bir kimsenin yüzüne bakın, ne kadar parlaktır. Adeta gözlerinin içi gülmekte, etrafa ışık saçmaktadır.
Umutsuzluk, “değişim” imkanını ya uzak bir ihtimal ya da imkansız görür. Böyle bir durumda 'değişimin' olağanüstü bir olgu ya da mucize olmadığını nasıl anlayabileceksin? Çözüm imkanının ortaya çıkmasından önce, yalnızca çözüm kavramının kendisi bile, insanın hayatında bir dirilişe, bir uyanışa ve bir dinamizme vesile olacaktır; bu duygu, sorunların çözümü konusunda, insanı öylesine motive eder, öylesine yönlendirir, öylesine bir harekete geçirir ki, artık onu durdurmak imkansızdır. Umutsuzluk artık onun yoluna çıkıp eylemden alıkoyamaz. Çünkü umutsuzluk kötümserliği, karamsarlığı doğurur, girişim gücünü tümden yok eder. Kimi zaman umutsuzluk duygusu kişide, bir nevi patlama meydana getirir. Evet, umutsuzluğa düşen kimse kendini paramparça ettiği gibi, başkalarının kişiliğini de darmadağın eder.