Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Adl-i İlahi

Murtaza Mutahhari

Adl-i İlahi Gönderileri

Adl-i İlahi kitaplarını, Adl-i İlahi sözleri ve alıntılarını, Adl-i İlahi yazarlarını, Adl-i İlahi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Saflık çok kibar kaldı Murtaza abicim :)
İnsanların fikir ve inanç bakımından cephe almalarını bu gibi basmakalıp ölçülerle ve bunları da tek ölçüt olarak kabul edip değerlendirmek, saflık demek olur.
Sayfa 47
Gerçek bilginlerin çoğu sağlıklarında yoksun ve bilinmezlik içinde bir ömür sürerler ve saygı görmeleri ve nam kazanmaları ölümleri ile başlar.
Sayfa 46
Reklam
Bir toplumda her şeyden çok “adl”den söz ediliyorsa, bunun kökenini, iktisadî ve toplumsal eşitsizliklerde aramak gerekir, başka yerde değil!
Sayfa 44
İslâm Dünyası’nda eski Yunan eserlerinin çevrilmeye başlanmasından itibaren Eflatun’un (Platon) şu cümlesi meşhur olmuştur: ❝ Adalet; bütün ahlâkî faziletlerin, erdemlerin anasıdır. ❞
Sayfa 42
Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şu sözü, herkesçe bilinmektedir: ❝ Cihatların en üstünü, zorba bir önder önünde adaletin gereği olan sözü söylemektir. ❞
Sayfa 40
Reklam
Marifet istinbat etmesini bilmekte :)
“Temel ilkeleri Kitap ve Sünnet’te bulunmayan hiçbir mesele yoktur.”
Sayfa 39 - Önsöz
Hadis Ehli İle Kıyas Ehli Arasında Tartışma
Ehl-i Hadis bir hâdise ile karşılaştıklarında, önce Kur’ân-ı Kerim’e başvuruyorlar, Kur’ân-ı Kerim’de bir çözüm bulamadıklarında Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hadisine gidiyorlardı. Hadisler bu konuda farklı idiyse, hadisleri rivayet edenlere bakarak, hadisler arasında bir tercih yapıyorlardı. Bu yol ile de bir sonuca varılamıyorsa, sahabenin fetvasına başvuruyorlardı. Bu yoldan da bir şey elde edemedikleri takdirde, naslardaki işaretlerden bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlardı. Kıyas ehlinin yöntemi ise bundan farklı idi. Onlar Kur’ân-ı Kerimde ve kat’î sünnet’te bir şey bulamadıklarında, rivayet edilen muhtelif hadislere fazla güven duymuyorlardı. Bunların birçoğunun uydurma veya tahrif edilmiş olduğu kanaatinde idiler. Onlar inanıyorlardı ki; fakih olan bir kimse, İslâm’ın kesin hükümlerini kavrayabilmiş ise, İslâm kanunlarının ruhuna aşina olmuşlar demektir ve benzerlerden yola çıkarak, ortaya çıkan sorunun hükmünü keşfedebilir. (...) Bu sebeple bir fakih, “adaletin gereği” olanı ve maslahatın gerektirdiğini düşünmeyi, aramayı kendi görevi biliyordu. . . . Şeriat ile akıl arasında tam bir uyum söz konusudur. İslâm’ın buyrukları, gizli-kapaklı, anlaşılmaz ve bilinmez bir dizi körü körüne itaat buyrukları değildir. Şeriatın hükümlerini kavrama ve bunlardan sonuç çıkarmada, akıl yürütmenin ve düşünmenin de bir görevi vardır.
Sayfa 37
Akli (Rasyonel) şii okulu:
Bu Okul’da ilk defa olarak “emr beyne’l-emreyn” (iş, ikisinin ortasındadır) ilkesini ortaya attılar ki, esasen Ehl-i Beyt İmamları bu Okul’un kurucuları idiler. Böylece, şu cümle meşhur oldu, herkesçe bilindi: ❝La cebre ve la tefviz, bel emrun beyne’l-emreyn❞ (...) Bu Okul’da adlin temel ilke olduğu, aklın önemi ve saygın yeri, insanın hür ve seçme yeteneğine sahip kişiliği ve evrenin bilgece bir düzene bağlı olduğu kabul edildi ve savunuldu. Bu gerçekler ispat edilirken, Tevhid-i Zâtî, Tevhid-i Sıfatî ve Tevhid-i Ef’alî inanç ve ilkelerine de en küçük zarar verilmedi. İnsanın ihtiyarı, seçme yeteneğinin varlığı doğrulandı, onaylandı, ne var ki insan mülk-i İlâhî’de [İlâhî egemenlik alanında] Allah’ın bir ortağı konumuna da getirilmedi; ilâhî irade, insanî iradeye bağımlı ve ona yenilik sayılmadı. İlâhî kaza ve kader, bütün varlık âleminde ispat edildi, fakat insan da bunun karşısında mecbur, her türlü seçimden yoksun kılınmadı.
Sayfa 33 - Cebr: Kulların bütün fiillerini ilâhî irade ve kudretin zorlayıcı tesiriyle yaptıklarını ifade eden kavram. Tefviz (ihtiyar): İnsanları eylemlerinde Allah’tan bağımsız ve O’na muhtaç olmayan, kendi başlarına buyuruk varlıklar olarak kabu
Allah’ın adil olmasının anlamı, O’nun, adl kanunları (adalet ilkeleri) adı altındaki bazı önceden belirli ilkelere uymakta olması demek değildir. (...) Allah’ın yaptığı “adl” demektir, adalet demektir; yoksa “O, adil olanı, adl olanı işler” demek doğru değildir. Adl ve zulm, Allah’ın fiilinden sonra gelen ve ilâhî fiilden ölçüt alınarak belirlenen kavramlardır. Adl, Rabbin fiilinin ölçütü olamaz. Bilâkis Rabbin fiili “adl”in ölçütüdür.
Sayfa 20
Reklam
İnsan “muhtar” mıdır, irade ve seçim yeteneği var mıdır? Yoksa “mecbur” mudur? Bu yetenekten yoksun mudur? Bu sorun, insanı doğrudan doğruya ilgilendiren bir sorundur. Sorunun diğer yönü de Tanrı veya Doğa’ya (Tabiat’a) ilişkindir: Acaba ilâhî irade, ilâhî meşiyyet, ilâhî kaza ve kader, yahut zorunlu etkenler tabiattaki determinizm ve nedensellik düzeni insanı özgür mü bırakmıştır? Yoksa “mecbur” mu kılmıştır, irade yeteneği yok mudur?
Sayfa 19 - Önsöz
Adam yine haklı...
İslâm dini, bilinememiş, değeri bilinmeksizin kalmış bir dindir. Bu dinin gerçekleri, yavaş yavaş, insanlığın gözünde tersine çevrilmiştir. Halkın bir bölüğünün İslâm’dan kaçışının temel sebebi de budur. İslâm adı ile halka yanlış öğretiler sunulmaktadır. Bu kutlu din, her şeyden fazla, İslâm’ı koruma iddiası ile ortaya çıkan bazı kimselerden zarar görmektedir.
Sayfa 14 - Önsöz
Şüphe; konaklanacak ve duraklanacak bir yer olarak hiç de elverişli olmasa bile, bir geçit olarak iyidir ve gereklidir.
Sayfa 13 - Önsöz
84 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.