Ağrı Dağı Efsanesi kitaplarını, Ağrı Dağı Efsanesi sözleri ve alıntılarını, Ağrı Dağı Efsanesi yazarlarını, Ağrı Dağı Efsanesi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ailelerimiz, dostlarımız, sevdiklerimiz canlarımız gitti. Gözlerimizin önünde insanlar öldü; liyakatsizliğin, imar affının, cehaletin ve kötülüğün altında kalarak. Öfkemiz de büyük, acımız da… Şimdi susmak ayıp, susmak artık imkânsız bugün. Depremi felakete çevirenlerden tek tek hesap sormak, yitirdiğimiz tüm canlara sözümüzdür. Kurtarma ekipleri, madenciler, askerler günlerce gönderilemediği için kayıplar verdiğimiz, hepimizin üzerine çöken bu sistemin enkazını birlikte kaldıracağız. İyi değiliz, sözümüzü tutmadan iyi olamayacağız. Acılarımızı sarmak ve yarını emekle yaratmak için birbirimize tutunacağız. Çünkü bizim en iyi bildiğimiz şey bu, tek umudumuz bu. Bunu hatırlamak için hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Anadolu’nun toprak kokusunda, hikayesinde, destanında, sarı sıcak serilmiş buğday tarlasında, en uzaktaki köyünün meydanında ya da en kalabalık şehrinin ışıklarında var bu birliğin, beraberliğin izi. Biz birbirine kenetlenmeyi çok iyi bilen ama bunu unutuveririz zannedilmiş bir halkız. Unutmayız ama: Yaşar Kemal Ağrıdağı Efsanesi’nde boşuna şunları söyletmedi Demirci Hüso’ya:
“Biz hep böyle, her şeyde birlik olsak, kimse bize diş geçiremez. Bize dağlar, şahlar dayanamaz.”
Ne kadar haklıdır Demirci Hüso sözünde, ne dağlar dayanabilmiş ne de şahlar beraberliğin gücüne.
"Aşk kuşu bir yalımdır. Dokunduğu yüreği yalım eder. Sevda yuvası yalım eder."
Kısa bir romanda toplumsallığı, aşkı, sadakati, iktidarı ve gücü hissedebildiğimiz duru bir Türkçeyle okuyabileceğimiz roman
“ Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulamazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zülmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürsü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği… Ve birikirler birikirler… Yüzbin yılın öfkesi ve de acısıyla … “
Mahmut Han o gece sabaha kadar uyuyamadı, sarayın içinde döndü durdu ve düşündü. Ölümü ve hayatı düşünüyordu. İnsanları, şu dağlardan, ovalardan kopup gelen kalabalığı düşünüyordu. Bunlar bir erkek ve bir kadının mutluluğu için buraya toplanmışlardı. Dışardan bakınca öyle görünüyordu. Ama bunun altında çok şey vardı. İnanılmaz bir öfke vardı. Yüz bin yılın başkaldırma duygusu vardı. Şu konuşmayan, kıpırdamayan öfke... Bir delikanlıyla bir kızın sevdasını bahane eden öfke... Gittikçe zaman bozuluyor ve halk azıtıyor. Bugün benim sarayımın kapısını tutarlar kız bahanesiyle, yarın İstanbul şehrini doldurur Padişahın sarayının kapısını tutarlar başka bir bahaneyle. Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulamazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürsü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve de acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez. Onlarla ordular, bir dünya kadar ordu olsa başa çıkamaz. Bunlar bir araya gelmeyegörsünler, önüne geçilemez. Bir çare, bunları bir araya getirmemek için bir çare...