ligarba

Sabitlenmiş gönderi
İnsan-Allah ilişkisi, inananlar için bir mecburiyettir. Bu mecburiyet, mümini ‘kalb-i selim’ e ulaşmakla mükellef kılar. Allah’ın Kur’an’daki beyanı da bulur. Bir müslümanın ‘ kalb-i selim ‘ e ulaşması, ne cemaatin ne cemiyetin işidir, bu kişiye özeldir yani ‘ zat’ a mahsustur. Dolayısıyla, insan-Allah ilişki bağlamında, kazanç ve iktidar düşüncesi olmadığı için, bu ilişki hasbîdir ve inananların Allah adına örgütlenmesin de söz konusu değildir. Şayet, insan-Allah ilişkisinde din, parayla, kudretle, iktidarla ilişki içinde olursa, bu yolda ‘ kalb-i selim’ bir hedef olmaktan çıkar, yapılan işler de gayretullaha dokunur. Özellikle, bu ilişki bağlamında, Hz. Muhammed, kudret-iktidar ilişkisi ortaya koymamıştır.
Reklam
Gerek annem gerekse babamın biz çocuklarına, yurtlarından sürgün edilen ailelerinde yaşanan acılara, travmalara ilişkin hiçbir şey anlatmamış olmalarında, Kemalist Türkiye'nin yeni bir sayfa açma ve geçmişi unutturma politikalarının rolü olduğuna inanıyorum. Bu konularda onların belleklerini deşmemiş olmak ise çok hayıflandığım hususlardan biri olmuştur.
Gençlik yıllarında dinle ilgili görüşlerimin şekillenmesinde sözünü ettiğim aile ortamının rolü büyük olmalı. Olgunluk çağına gelince, dinin bu kadar önemli bir rol oynadığı bir toplumda hiçbir dinî eğitim görmemiş olmayı önemli bir eksiklik olarak görecektim. Bu konudaki tek tesellim, bazı dindar dostlarımın bana, bir dindarda bulunması gereken ahlaki vasıfları atfetmeleri oldu.
Din dersinden muaf tutulma isteğimi annem hemen kabullendi ve okul idaresinden talep etti. Ne var ki annemin laikliği, sınavlarda başarılı olmama yardımcı olacağı inancıyla okul ceketimin iç cebine bir mini Kur'an-ı Kerim yerleştirmesine engel değildi.
Kısacası ben tümüyle laik, Türkiye koşullarında hayli modern bir ailede büyüdüm. Hiçbir dinî eğitim almadım. Ortaokula devam ettiğim 1955-1960 döneminde din dersleri zorunlu değil seçmeliydi.
Reklam
79,8bin öğeden 1 ile 6 arasındakiler gösteriliyor.