Yaşam her vakit bulanık ve ağır ağır akan, çamurlu bir ırmak gibi hiçbir değişikliğe uğramaksızın geçip gitmeye sürdürüyordu eskiden beri. Görünüşe bakılacak olursa; şimdiye dek hiç kimsenin bu gidişi değiştirmeye ne vaktine da hırs olmuştu.
İşçilerin yaşadığı dış mahallenin dumanı ve yağ kokusu içinde, fabrikanın düdüğü her gün böğürüp titreşirdi. Asık suratlı, kasları hâlâ yorgun insanlar, ürkütülmüş hamamböcekleri gibi telâşla dışarı fırlardı kül rengi evlerden. Alacakaranlığın soğuğu içinde, kaldırımsız sokaklardan, vıcık vıcık kara pencereleriyle sakin ve kayıtsız bekleyen yüksek taş binaya doru giderlerdi. Adımları şaklardı çirkefte. Uykulu, boğuk haykırışlar karşılardı onları, kötü küfürler savrulurdu. Sonra makinelerin boğuk gürültüsü, istimin homurtusu işitilirdi. Asık suratlı kâra bacalar, mahallenin üstüne kaldırılmış kalın sopalar gibi gökyüzüne doğruyükselirdi.
Akşam olup da batan güneşin kızıl ışınları pencere camlarını tutuşturunca, fabrikanın taş karnı kusmuk gibi dışarı atardı öğüttüğü insanları, ve yüzleri isten kararmış işçiler aç insanlara özgü parlak dişlerini göstererek yeniden sokaklara dolar, ortalığa makine yağı kokuları yayarlardı ekşi ekşi. Artık sesler canlı ve hatta neşeli çıkardı, çünkü forsalık o gün için son bulmuştu, evde akşam yemeği yiyip dinleneceklerdi.
"sözler, kimilerini için için kızdırır, kimilerini de kaygılandırırdı. kimileri de belli belirsiz bir umuda kapılıp heyecanlanır ve bu yararsız, bu sıkıcı duyguyu gidermek için daha çok içki içerlerdi."