Ben Ramazan’ı yalnız yarı bir tatil ayı olduğu için değil, ben Ramazan’ı yalnız buram buram simit ve pide kokan akşamları için değil; ben Ramazan’ı yalnız iftar sofraları, sahur, hoşafları, davulu, topu, Karagöz oyunları ve sabaha kadar ışıl ışıl ışıldayan minareleri için değil, bana büyükler arasına karışmak fırsatını veren vaazları ve teravih namazları içinde severim. Bunu haketmek gayretiyle çok defa büyüklerle oruç tuttuğum, bazen de birtakım şer-i hilelere başvurup oruçlu göründüğüm olurdu. Sahur yemeklerini hiç sektirmezdim… Sabahın epeyce ileri bir saatinde uyandığım vakit evi tam bir sessizlik için de bulurdum. Zira, kız kardeşimle benden başka bütün ev halkı yataklarına sabah namazından sonra girmiştir. Annemden aşçıya, hizmetçiye kadar herkes uyuyordur. Benim için Ramazan günlerinin yalnız bu vakti tatsızdır.
Belki ölüm nedir bilmiyordum; belki onu hastalık gibi, kaza gibi gelip geçici bir şey sanıyordum; belki de annemin verdiği kara haber beni öyle bir yerimden vurmuştu ki, sersemleşip kalmıştım.