Evet, bende de konuşma reflüsü var. Yıllardır laflarımı o kadar çok yuttum ki, yalnız kaldı mıydı böyle içimden çıkıyor laflar. Amaan, el âleme konuşup da ne... Dil kesiiik baş selamet. Kocanla iki laf etmeye kalksan ya azar yersin ya da... E evin içi de komşulara anlatılmaz, hoş anlatmaya ne hacet, evden gelen o kadar patırtıyı duymuyorlar mı? Birisi de kapımı çalıp kocama, “Beyefendi ayıp olmuyor mu burası medeni bir ülke,” dedi mi?
Zaten benim kocama “beyefendi” deseler, kocam hiiç üstüne alınmaz.
Eeee erkek dediğin kendini bilecek! Aslan kocam. Evet evet, burası medeni bir ülkeymiş gerçekten. Televizyonda hep söylüyorlar... Bir de televizyonu beğenmezler. Ben ne öğrendiysem ondan öğrendim. Hep üniversite mezunu insanlar çıkıyor. Oh, açık öğretim gibi. Beni okutmadılar. Ben televizyon mezunuyum... Televizyon olmasa hiçbir evlilik bir seneden fazla sürmez.
Misal bizim mahalledeki kadınlar; kocalarıyla evlenmişler ama televizyonla dost hayatı yaşıyorlar. Ne de olsa evde bir ses oluyor... Akşam olup kocaları televizyon karşısına geçip kendilerini unutunca da, aynı kadınlar, kocalarını sevgililerine kaptırmanın hezimetiyle sarsılıyor. Artık televizyonu mu kıskanıyorlar kocalarını mı bilmem.
Rızası olmadan fabrikada çalıştırılan bir kadının , rızası olmadan dövülen bir kadının , rızası olmadan sürekli körkütük sarhoş olan bir adamla evlendirilen bir kadının hikayesidir Antabus.
Döven ve içen erkeğe yasal olarak evlilik yasak olmalı bence . Eşini döven , evine her gece içerek gelen bir adamdan ne eşine ne de ailesine hayır gelmez kanaatimce..
Bu kitapta da, ben Remzi bana Bir Mecnun olamadı. Olsa olsa Gaffur oldu diyebileceğimiz Leyla'nın hikayesi var .Leyla ne fabrikada çalışırken mutlu oldu , ne zorla evlenince , ne de Remzi hayatından çıkınca
Leyla , hayatın hep tekme attığı bir kadın oldu.
AntabusSeray Şahiner · Can Yayınları · 20143,550 okunma
Sana bir şey söyliyim mi, başkasının derdi olmasa insan kendi kahrından ölür. Mesela kanser olduğunu öğrendiğin gün, ‘Ay daraldım biraz çıkıp hava alayım içim açılsın,’ diyebilir misin? Ama illet başkasının başına gelince kolay. Başkasının derdi her derde devadır: bakar bakar, ‘Benden kötüleri de var,’ deyip haline şükreder, kendi derdini unutursun. ‘Vah vah, tüh tüh,’ deyip kâfi merhamati gösterdiğin an görevin biter. ‘Ah,’ dersin ‘vallahi çok üzüldüm, ben çıkayım biraz kafamı dağıtayım...’ El derdi insanın kendi derdini unutmak için edindiği zevktir. Çoğu kadın, çocuğu bile kendi dertlerini unutmak için doğuruyor. Ne ki göbek bağı doğurmakla kopmuyor. Derdine dert eklediğinle kalıyorsun.
Filmlerde öpüşenleri görürdüm de, burunları birbirine çarptırmadan ağızları nasıl denk getiriyorlar diye şaşırırdım. Ömer’le sevgili olunca, beni bir derttir aldı, şimdi bu Ömer beni öpmeye kalkarsa hiç öpüşmemişim, nasıl yapılır bilmem, rezil olacağım... Bizim mahalledeki parkta bir heykel var. Bir sabah erkenden uyandım, parka gittim. İn cin top oynuyor. Heykele yaklaştım, burun buruna geldik, dudaklarımı hafifçe aralayıp başımı biraz eğdim. Heykelle öpüşüp prova yapacağım, burunları çarptırmadan öpüşmeyi öğreneceğim, tam dudağım heykelin dudağına değdi ki bir düdük sesi... Bekçi! Nasıl kaçtım bilmiyorum... Sizin anlayacağınız, ben ilk defa bir heykelle öpüştüm. Hakkını yemiyim, taş gibi adamdı.
Amcam bizden bir-iki yıl önce gelmiş İstanbul’a. Nal sökmeye ölmüş eşşek arayan bir adamdır. Bulur da... Babama akıl verir gibi yaparak, bizim ailenin bütün kararlarını o verir.