Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Arkadaş Anılarında Orhan Kemal

Muzaffer Buyrukçu

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Sirkeci Gar Lokantası'nın lavabosunda başını ıslatarak Orhan Kemal'in oturduğu masaya gelen Muzaffer Buyrukçu, “Dünya varmış!” der. Orhan Kemal, kahkahayla güler. “ - Dünya kalübeladan beri var, evladım,” der. Konuşma şöyle devam eder: “Var da ferahlamanın dilidir bu.” “ - Ukalalık yapma lan. Marifet o dünyayı değiştirmek.” “ - Değiştireceğiz, Dünyayı ve üstündeki hayatı..."
Orhan Kemal bir dergiye, bir gazeteye verip hemen para –tahvil- edeceği (tahvil sözcüğü onundur) kısa hikayeleri okumaya koyulurdu. (İstese de uzun hikaye yazamazdı. Çünkü dergiler, gazeteler yazı siparişinde –bu sözcük de onundur- bulunurken kaç sayfa olacağını belirtirlerdi. Orhan Kemal’in küçük hikayede ısrar etmesi, büyük hikayeyle ilgilenmemesi diye bir sorun yoktu da küçük hikaye yazmaya itilmesi, zorlanması vardır. Çehov, Gorki, O. Henry de öyledir: yüzlerce küçük hikayeyi onlara gazete, dergi koşulları ürettirmiştir.
Reklam
Orhan Kemal, gömleğinin düğümlerini çözdü, çemirlendi, her harfin tepesinde yüzlerce dinamitin patladığı bir sesle: “Bu ne lan, Buyruk, Çukurova'nın sarı sıcağını da geçti,” dedi, nüfus cüzdanını yelpaze gibi kullanmaya başladı. “Gerçekten çok mu sıcak oluyor Çukurova?” “Sıcak da laf mı? Yakar, kavurur, soluk aldırmaz, iflahını keser insanın. Kuşlar pat pat düşer... Köpeklerin dili bir karış dışarıda, girer çıkar boyuna ağızlarına.. Güneş sanki Çukurovalı'yı cezalandırmak için mahsustan alçalır, adamın tebdilini şaşırtır.” “Peki nasıl çalışır ırgatlar o havada?” “Düşe kalka, yuvarlana yuvarlana... Bayılırlar, başlarına güneş geçer, sıtmalanırlar... Felaket!” “Cehennem denen yer Çukurova olmasın?” “Ne demek olmasın? Çukurova'dır elbet... Aynı zamanda da bereketiyle cennettir. İnsan durduğu yerde üzerine tuz dökülmüş sümüklüböcek gibi erir, akar... akar ki ne akar, ırmaklaşır...” dedi öfkeyle. “Tokan hele.” -
Sonunda olan oldu, dalların yemişlerle ağırlaştığı, hıyarların arabalarda satıldığı, çiçeklerin ellerde taşındığı, gençlerin sevdalandığı, sevenlerin birbirlerine vaatlerde bulunduğu, nikahlıların evlendiği ve gebelerin doğurduğu bir Haziran günü, ölüm denen aşağılık güç, çekip aldı aramızdan. Öldürdü koca Orhan Kemal’i, öldürdü benim en iyi arkadaşımı. Oysa cacık, beyaz peynir, marul, domates söğüş ve şiş kebapla rakı içecektik. Bana Bulgaristan anılarını anlatacaktı.
Masanın altından Orhan Kemal’in ayağını dürttüm. Başını eğdi. “Fikret (Otyam) gelmeli de poz poz resimlerimizi çekmeli,” dedim. “İyi resim çekiyor namuzsuz!’ dedi Orhan Kemal. “Ama değişik yerlerde çektirelim,” dedim. “Nerelerde mesela?” dedi Orhan Kemal. “Küçükpazar’ın o karışık sokaklarında, Haliç köprüsünün üstünde.” (…) “Peki kimlerle resim çektirmek istiyorsun?” dedim Orhan Kemal’e: İşçilerle, çöpçülerle, meyhanecilerle, kahvecilerle.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.