Ocağımda bir bu kaldı! Bunu da vatan millet yoluna kurban koymışam! Bu, on yaşında bir uşah, ben yetmiş yaşında bir avratım. Gaza bayrağını biz mi açah? Eğer istiseniz gelin peşimden! Şu kırmızı leçeki başımdan alır, bayrak yaparım, silahım yoh benim, dişlerim de yoh! Aha şu dırnaklarımla on düşmanı parçalamazsam biye Rahmet Nine dimesinler..!
İstanbul'un baharı güzeldir.
(..) Bahçelerde bir gölge ve ışık, bir renk ve ahenk cümbüşü vardır. Dünyanın en güzel denizinden esen tatlı bir rüzgâr; bu bahçeleri dolaşır; çiçeklerin en güzel kokularını koparır, kuşların en güzel şarkılarını alır; sonra kafesleri, panjurları, tül perdeleri hiçe sayarak, köşklerin içine dalar. Istanbul'un nazlı kızlarını uykudan uyandırır.
1917 baharı da Istanbul'a -kendinden evvel gelenler gibi- böyle coşkun, böyle sarhoş bir güzellikte gelmişti. Hatta evvellilerden daha da bir güzel, daha da bir alımlıydı sanki.
Harpmiş, darpmış; gidenler dönmüyor; kalanlar perişan oluyor... Memlekette açlık varmış, sefalet varmış... Çiçeklerin umurunda mı?.. Kuşların haberinde mi? Onlar kendilerine düşen vazifeyi ellerinden geldiğince kusursuz yapmaya çalışıyorlar. Ama kuşlar artık Çiftehavuzlar'ın nazlı kızlarını uykudan uyandıramıyorlar. Bu vazifeyi şimdi askerin "Kalk borusu" yapmaktadır.
"İbrahim'e hemen mektup yazmalısın Zinnur. Siz bedbaht bir neslin çocuklarısınız. O, uğruna kan döktüğü bir mukaddes gayenin bir gün haksızca, hayasızca yerlere çarpıldığını görmekle büsbütün bedbahttır, perişandır. Onu elinden tutmak senin vazifen yavrum. Hisli, akıllı, faziletli bir kadın; bu vaziyette çok şey kurtarabilir."
... Ben erkeğimi bir başka kadınla paylaşacak bir kadın değilim. İnsanlar gibi sevgiler de çeşit çeşit bu dünyada. Ben, sevdiğim adami in seve seve ölebilirim ama onu, her ne bahasına olursa olsun, bir başkasıyla paylaşamam. Elimden gelmezdi bu.
Sayfa 245 - T.C. Kültür Bakanlığı yayınlarıKitabı okudu