“Harp artığı gaziler, yuvalarına dönüyorlardı. Ama dönenler, gidenler değildi; başka, bambaşka insanlardı…
Geri gelmişti, evet. Fakat geri gelen “o” değildi. O hisli, tatlı, neşeli, ümit ve heyecan dolu gencin yerine; ürkek, bedbin, bezgin, biraz da haşin, hatta kaba… Oturup kalkmayı, yemek yemeyi, ev içinde dolaşmayı unutmuş; oturup insanca konuşmayı unutmuş, kır saçlı bir adam gelmişti. O; evini, barkını, yakınlarını yadırgıyor; onlardan çekiniyor, utanıyor gibiydi. Yıllarca yolunu gözlemiş olan yakınları da gerçekte onu yadırgıyorlardı… Harpten dönenler de, onları bekleyenler de içleri sızlayarak, yürekleri parçalanarak aynı şeyi düşünüyorlardı:
‘Yarabbi! Ne kadar değişmiş!..’
‘Allah’ım! Nasıl değişmişler!..’ “