Çekilen her acının ve mutsuzluğun en etkili avuntusu, bizden daha fazla acı çeken ve mutsuz olan kimseleri düşünmektir. Herkes bu çareye başvurabilir. Ama bütün bunlardan genel olarak ne gibi bir sonuç çıkıyor?
Kasabın keseceği hayvanı göz ucuyla aralarından seçtiği sırada, çayırda dolaşıp duran koyunlar gibi biz de, mutlu günlerimizde, belli bir saatte, alınyazısının bize hazırladığı kötü oyunun ne olduğunu bilmiyoruz. Hastalık mı, zulüm mü, mahvolup gitmek mi, sakatlanmak mı, kör olmak mı, delirmek mi, bilmiyoruz!
Yakalamak istediğimiz her şey başkaldırıyor bize; her şeyin, yenmek zorunda olduğumuz, düşmanca bir iradesi var. Halkların hayatında, tarih, bize savaşlardan ve ayaklanmalardan başka şey göstermiyor. Barış yılları rastgele gerçekleşmiş, kısa sessizlikler ve aralar gibi görünüyor. Nitekim insan hayatının, yoksulluk ve can sıkıntısı gibi soyut felaketlere karşı açılan bir savaş olmakla kalmayıp, aynı zamanda öteki insanlara karşı açılan bir savaş olduğu da anlaşılıyor. Her yerde bir düşman çıkıyor karşımıza; hayat, silah başında öldüğümüz sürekli bir savaştan başka şey değil.
Bencillik, genel olarak her bireyin kişiliğinde derinlere kök salmıştır ve insan faaliyetini ortaya çıkarmak için sadece bencilce amaçlar kesin bir şekilde güveniliriz.
Öyleyse neden âşık bir kişi seçtiği kişinin gözlerine kendisini adar ve onun için her fedakarlığı yapmaya hazırdır? Çünkü onun içindeki ölümsüz kısım sevgiyi arzular, ölümlü kısmın arzuladığı ise diğer sıradan şeylerdir.