Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Avrupa Birliği'ni Anlamak

John P. McCormick

En Eski Avrupa Birliği'ni Anlamak Sözleri ve Alıntıları

En Eski Avrupa Birliği'ni Anlamak sözleri ve alıntılarını, en eski Avrupa Birliği'ni Anlamak kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
SIKIŞIP KALMIŞ AVRUPA
Dünyanın çok az yerinde devlet yönetimi ve prestiji Avrupa'daki kadar sert bir sınavla karşılaşmıştır. Yüzyıllar boyu süren çatışmalar ve iki dünya savaşıyla zirveye tırmanan gerilim milliyetçiliğin doğurduğu tehlikeleri terk etmenin gerekliliğini ve devletlerarası dayanışmanın âciliyetini vurgulamıştır. Soğuk Savaş politik bölünmeyi artırdığında pek çoğu, devletlerin diğer devletlerle şiddet dengesini kuramadığı sürece vatandaşlarının güvenliğini garantileyemediğini görmüştür. Süper güçlerin politik ve ideolojik yarışlarında arada kalan Avrupa'nın, batısı ABD'nin liderliğini izlemek zorunda kalırken, doğusu Sovyet Bloku'nda sıkışıp kalmıştır.
FEDERALİST DÜŞÜNCELER DEVRE DIŞI: AVRUPA KONSEYİ KURULUYOR
Avrupa devletleri arasındaki ilişkiler uzun yıllar ilk iki nedenin kontrolündeyken, 1945'ten sonra son iki nedene kayma gerçekleşmiştir. Diğer bir deyişle mecburiyet yerini teşvik etmeye bırakmıştır. Ancak sürecin neden ve nasıl evrimleştiği hâlâ tartışma konusudur. Ulus-devletler kendini tekrar toplayana kadar savaş sonrası Avrupa'nın yıkıntılarından geçmişle bağlarını koparıp yeni bir Avrupa federasyonu kurma ideali doğmuştur. Federalizm, vatandaşlarının güvenliğini garanti altına alamadığı için devletlerin siyasi haklarını kaybettiği (Spinelli, 1972) ve savaş öncesi sistemin tekrar kurulması halinde milliyetçiliğe ve daha fazla çatışmaya neden olacağı argümanı üzerine kurulmuştur. Federalizm yanlıları politik entegrasyonu ekonomik, sosyal ve kültürel entegrasyonun tâkip etmesini umuyorlardı. Bu iyimser düşünceyle 1946'da kurulan Federalistlerin Avrupa Birliği 1948'de ilk kongresini yapana kadar milliyetçi politik sistemler toparlanmış ve federalist düşünceler devre dışı kalmıştır. Kongre sâdece Avrupa içinde dayanışma amacıyla Avrupa Konseyi'nin oluşturulması konusunda fikir birliğine varabilmiştir.
Reklam
REALİSTLERE GÖRE AVRUPA BİRLİĞİ
Uluslararası ilişkiler hakkındaki düşünceler üzerinde savaş sonrası dönemde kötümser realizm baskın hâle gelmiştir. Bu düşünce daha büyük bir egemen güç olmadığı için devletlerin dünya sahnesindeki en önemli aktörler olduğunu ve devletlerin de çıkarları için birbiriyle kıran kırana bir mücadele vermesi gerektiğini savunmaktadır. Realistler kötülük dolu küresel bir çevrede hayatta kalmanın öneminden bahsederken devletlerin güvenliklerini garanti altına alabilmeleri için diğer devletlerle güç dengesini savaş ve ittifakları kullanarak sağlamaları gerektiğini savunmuşlardır (bkz. Waltz, 2008). Bu analize göre günümüzde AB, kendi işlerinde otoriteyi elinde bulunduran, çıkarlarına uygunsa otoritesini yeni ortaklıklara devreden ve bu otoriteyi ne zaman isterse geri alma hakkını saklı tutan egemen devletler topluluğudur. Realistlere göre AB'nin tek varlık sebebinin üye devletlerin çıkarlarına uygun olduğunu düşünmelerindendir. Realizm nükleer çağdan doğan gerilime bir cevaptır. Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra artan dayanışma rüzgârını açıklamaz, uluslararası ilişkilerin arkasında yatan sebeplerle ilgili pek çok soruyu yanıtsız bırakır ve ona olan destek son zamanlarda azalmıştır.
GÜNÜMÜZ AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ AÇIKLAMAK
AB günümüzde uluslararası bir örgüt ile bir devlet arasındaki doğrunun bir yerindedir. Bu iki noktadan sonrakine yaklaşırken öncekinden uzaklaşmaktadır. Ancak bu doğru üzerindeki tam konumu tartışma konusudur. Daha önce de belirtildiği gibi AB, hükümetlerarası bir örgütün üyeliğin gönüllülüğe bağlı olması, üye ülkelerle egemenlik dengesinin paralellik göstermesi, karar sürecinin fikir paylaşımına dayanması, AB işlerini yönlendiren prosedürlerin zorlama yerine rızaya dayanması gibi tipik özelliklerinin çoğunu taşımaktadır. Aynı zamanda devletin özelliklerini de taşımaktadır: uluslararası tanınmış dış sınırlarının olması, bütün üye ülkelerin tâbi olduğu hukuk sisteminin olması, Avrupalıların hayatlarını etkileyen otoriteye sâhip idarî kurumlarının olması, güç ve sorumluluk dengesinin çoğu siyasî alanda Avrupa düzeyinde ele alınması, ticaret gibi bazı alanlarda AB'nin tek bir birim olarak işlemesi gibi.
AVRUPA BİRLİĞİ FEDERASYON OLABİLİR Mİ?
Avrupa entegrasyonuna en içten bağlılık gösterenler günümüz Avrupa devletlerinin federal Avrupa Birleşik Devletleri içinde Amerika'daki eyâletler ya da Almanya'daki Lander yönetimleri gibi bir yapıya ve güce kavuşmasını istemektedirler. Bunun gerçekleşebilmesi için en azından öncelikle doğrudan seçilen bir Avrupa yönetimi, bir ana yasa, ortak vergi sistemi, ortak para birimi, ortak ordu ve AB kurumlarının dış ilişkilerde üye ülkeler adına tam yetkiyle hareket edebilmesi gerekmektedir. Ancak bu ölçekte bir güç odağı değişimine karşı politik direniş büyük ölçekte olacaktır ve federal Avrupa gerçekleşene kadar entegrasyon sürecinin nereye kadar varabileceği tartışmalıdır. Kendini tam olarak federasyon olarak ilân etmemiş olsalar da Arjantin, Britanya, İspanya ve Güney Afrika gibi federal sistemin bazı özelliklerini taşıyan pek çok yarı federal devletler vardır. Pek çok yönden AB de bu listeye eklene bilir. Avrupa federalizminin ABD, Hindistan ya da hatta Almanya modellerine benzemesi için bir sebep yoktur (ki benzese bile ne olur).
AVRUPA VE AVRUPALI NEDİR?
Avrupalı bir dünyada yaşıyoruz. Dünya çeşitli kültürlerden oluşuyor ama bunların çoğunluğu geçmişte mutlaka Avrupalı bir güç tarafından sömürülmüştür. Günümüz insanları Avrupa politik ve kültürel geleneğine dayanan ya da bu geleneğin norm ve değerlerinden etkilenmiş toplum sistemleri içerisinde yaşamaktadırlar. Amerikalı siyaset bilimci Lucien Pye (1966) tarafından tanımlanan 'dünya kültürü' her ne kadar etkin bir şekilde ABD (ki ABD'nin kendisi Avrupa kültürünün bir ürünüdür) tarafından tanıtılsa ve ihraç edilse de kökeni Avrupa'ya dayanmaktadır. 'Batılı' dendiğinde aklımıza kolayca 'Avrupalı' gelebilir. Bunlara rağmen Avrupa fikrini açıklamanın çok zor olması ironiktir. Politik ve kültürel özelliklerini (ulusal kimliklerin birikimi olmanın ötesinde) tanımlamak çok zordur. Coğrafî sınırları tartışmalıdır ve Avrupa'nın neyi temsil ettiği konusunda çok az fikir birliği vardır. Avrupalıların yüzyıllar boyunca bir araya gelmesini sağlayacak pek çok olay olmuştur ancak bir o kadar da bölünmelerine yol açan olay gerçekleşmiştir. Ortak tarih tecrübeleri çok azdır ve pek çok farklı dili konuşmaktadırlar. Kendilerini dünyada gördükleri konumlar farklıdır. Sinir bozucu bir sıklıkta aralarında savaşlar olmuştur ve politik dalgalanmalara paralel olarak Avrupa haritası sürekli değişiklik göstermek zorunda kalmıştır.
Reklam
AVRUPA TERİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI, YENİLİKLER VE REFORMLAR
Avrupa teriminin kullanımı akademisyenler arasında 15. Yüzyıl'da daha yaygınlaşmaya başlamıştır ve Avrupa dışındakiler için bu kelime Hıristiyanlıkla (Christendom) eş anlamlıdır. Kıtlıkların, vebanın, Yüzyıl Savaşları'nın (1337-1453) hüküm sürdüğü karmaşa dolu bir dönemin papalık otoritesine meydan okumalar sonucu Reform'a ve modern devlet sisteminin doğuşuna ev sahipliği etmesi ironiktir. Protestanların Roma Katolik Kilisesi'nden bağımsızlığını ilân etmesiyle 16. Yüzyıl ve 17. Yüzyıl'ın başları Avrupa'da mezhep çatışmalarıyla geçmiştir. Ancak bu durum Avrupalıların Afrika, Amerika ve Asya'yı keşfetmelerini sağlayan deniz yolculuklarına girişmelerine; Yunan ve Latin yazarların klâsik eserlerine dayanan eğitimin genişlemesine; Copernicus (Kopernik), Sör Isaac Newton ve diğerlerinin bulgularıyla ateşlenen bilimsel devrimlere engel olamamıştır. Bu gelişmeler bir araya gelerek Avrupalılara özgüven ve dünyada yeni bir konum sağlamıştır.
YAKIN GEÇMİŞTE AVRUPANIN BÖLÜNME SEBEPLERİ
Batı Avrupalılar 1960'lar ve 70'lerde aralarında bağlar kurmaya devam etmişlerdir. 1990-91'de Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle tüm kıtanın ekonomik entegrasyonu için temeller sağlam bir şekilde hazırdı. Hâlâ bir miktar bölünmüşlük vardı: Doğu Avrupa (ya da bazılarının tâbiriyle Orta Avrupa) henüz kendini sosyalist devletin miraslarından kurtaramamış, Almanya'nın doğusu ve batısı arasındaki ayrım hâlâ kendini korumuş, İtalya kültürel ve ekonomik olarak kuzey-güney diye ayrılmış ve Britanya; İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda karışımındaki ayrımı sonra erdirememişti. Kültürel ve ekonomik farklar da Avrupa kimliğini daha karmaşık hâle getiriyordu: Güneyin Akdeniz ülkeleri Batı'daki okyanus ülkelerinden ya da kuzeyin İskandinav ülkelerinden farklıydı. Kökleri yüzyıllardır süregelen çatışmaların içinde bulunan düşmanlıklar, şüpheler ve basmakalıp düşünceler hâlâ bazen gün yüzüne çıkmaktadır.
AVRUPA SINIRININ EN BÜYÜK SORUNU: TÜRKİYE
Avrupa'nın sınırlarıyla ilgili en büyük sorun ise Türkiye ile ilgilidir. İstanbul Boğazı Asya ve Avrupa arasındaki sınır kabul edilmektedir ve bu Türkiye'nin topraklarının %4'ünün Avrupa'da olduğu anlamına gelir. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu'na katılma konusunda 1963 gibi erken bir zaman da talepte bulunmuştur ve şu anda aday ülke statüsündedir. Aday statüsü, üyelik başvurusunun kabûl edildiği ve üyelik şartlarıyla ilgili görüşmelerin sürmekte olduğu anlamına gelir. Ancak göreli yoksulluğu, demokrasi karnesiyle ilgili kaygılar, büyüklüğü ve Müslüman bir ülke olduğu gerçeği gibi pek çok sorun engel teşkil etmektedir.
AVRUPA BİRLİĞİ - TÜRKİYE MÜZAKERELERİNİN TARİHİ
Avrupa'nın sınırlarını tanımlarken ve AB genişlemesinin sınırlarına karar verirken Türkiye tartışmada özel bir yere sahiptir. Avrupa Topluluğu 1963 kadar eski bir dönemde Türkiye'nin üyeliğinin mümkün olduğunu onaylamıştır. Aynı yıl Türkiye, Topluluk'un ortak üyesi olmuştur. 1987'de tam üyeliğe başvurmuştur. Aralık 1995'te AB ve Türkiye arasında gümrük birliğı yürürlüğe girmiştir. 1999'da resmi olarak başvurusu tanınmıştır. AB ile görüşmeler ise 2006'da açılmıştır. Bir dizi zor soru suları bulandırmış ve bunların en basitlerinden birisi Türkiye'nin bir Avrupa devleti olup olmadığıdır. Eğer AB üyesi Kıbrıs [Rum Kesimi] Avrupa ülkesi ise en azından coğrafî açıdan Türkiye de öyledir.
Reklam
AVRUPA BİRLİĞİ - TÜRKİYE: EKONOMİ VE POLİTİKA
Ama Türkiye ile ilgili sorunlar coğrafi olmaktan çok ekonomik, politik ve dinidir. AB, üyeliğe istekli ülkeler için Kopenhag Kriterleri olarak bilinen üç kriterde anlaşmıştır: başvuruda bulunan ülke demokratik, kapitalist ve mevcut AB kanunlarını benimsemeye istekli olmalıdır. Türkiye apaçık kapitalisttir ve bu üç şartı karşılamak için büyük çaba sarf etmiş, 2004'te idam cezasını kaldırmıştır. Ama kapitalist olduğu kadar fakirdir de. Kişi başına düşen gayri sâfi millî hâsılası AB ortalamasının onda biridir. Eğer AB'ye katılırsa Türkiye yönlendirilecek milyarlarca avroluk yatırım ve destekleme mevcut üyeleri tedirgin etmektedir. Ayrıca çok sayıda Türkün iş aramak için AB'nin daha varlıklı bölgelerine göçmesi beklenmektedir. Türk demokrasisi kadın hakları, Kürt azınlıklara karşı tutum ve siyasette askeriyenin rolü konularındaki kaygılar nedeniyle başarılı bir karneye sâhip değildir.
AVRUPA BİRLİĞİ - TÜRKİYE: DİN SORUNU
Ama en önemlisi -genelde söylenmez- Türkiye'nin muhtemel üyeliği konusundaki kaygılar din temellidir. Türkiye İslâma laik ve Batı temelli yaklaşsa da Müslüman bir devlettir. 76 milyon Türk-Müslümanı Hıristiyan kimliğini çok sık vurgulayan bir kulübe entegre etmenin potansiyel zorluğunu herkes bilmektedir. Ayrıca AB kendi içinde var olan Müslüman azınlıkla mücadele etmektedir. Türkiye (Arnavutluk gibi) küçük, fakir ve Müslüman olsa daha az sorun çıkartırdı fakat boyutları ve nüfusuna bakılırsa Almanya'dan sonra AB'nin ikinci büyük devleti olmasını sağlayacaktır. Tüm bunların sonucundaki şüpheler Avrupa kamuoyunu ve siyasetini bölmektedir. Türkiye'nin üyeliğinin sağlayacağı fırsatlar yerine çıkaracağı zorluklar göz önüne alınmaktadır. Fırsatlar arasında büyük bir piyasa ve işgücü havuzu, Avrupa'nın Orta Doğu ve İslâm dünyasıyla ilişkilerini güçlendirmede Türkiye'nin önemi sıralanabilir (daha fazla bilgi için bkz. Morris, 2005).
SİYASAL OLARAK AVRUPALI KİMLİĞİ
Kendilerini siyasî anlamda nasıl tanımladıkları açısından Avrupalılar, dünyada modern devlet sistemin ilk olarak ortaya çıktığı ve günümüzde pek çok kişinin savunduğu gibi modern devletin en hızlı gerileme yaşadığı bölgede yaşamaktadırlar. Ülke sınırları daha fazla geçirgenlik kazandıkça Avrupalılar komşu ülkeleri daha sık ziyaret etmeye başlamışlardır. Böylelikle devlet kimliğiyle tanınma ve bir yönüyle vatanseverlik -ülkesini sevmek olarak düşünülürse- gerilerken yerini anayasal vatanseverlik olarak da bilinen demokrasiye inanç almıştır. (bkz. Müler, 2007). Avrupalılar ulusal ve Avrupalı kimliklerinin daha fazla farkına vardılar. Buna bağlı olarak dünya ve dünyadaki yerleriyle ilgili düşünceleri daha başka iki perspektifin de etkisiyle değişti: kozmopolitanizm ve çok-kültürlülük (multiculturalism). Bunlardan ilki insanların kendilerini evrensel düşüncelere adayabileceğini ve onların devletlerin ve ulusların üstünde var olan tek bir ahlâkî topluluğa âit olduğunu söyler (detaylı bilgi için bkz. Rumford, 2007 ve Beck & Grande, 2007). İkincisi ise Avrupalıların diğer kültürlerle entegrasyona ve ilişki kurmaya daha çok alıştığını ve dünyaya sâdece kendi ulusal ve kültürel perspektiflerinden bakmadıklarını göstermektedir. Ancak bu etken sâdece diğer Avrupalılarla ilişkilerinde geçerlidir. Dinî ve farklı ırklar arasındaki hoşgörü konusunda Avrupa'nın sabıka kaydı çok da temiz değildir.
EKONOMİ GÖRÜŞÜ OLARAK AVRUPALI KİMLİĞİ
Ekonomik cephede Avrupalılar kapitalizme bağlı ve serbest piyasanın destekçisidirler. Ancak gelir ve firsat dağılımında adâlete ve devletin sorumluluğunda fırsat eşitliğinin sağlanmasına aşırı önem verirler. Prestowitz'e göre 'Amerikalılar fırsat eşitliğine, Avrupalılar ise sonuçların eşitliğine önem verir' (Prestowitz, 2003: 236-7).
DİNİ AÇIDAN AVRUPALI KİMLİĞİ
Dinden başka hiçbir sosyal alanda daha ayırt edici bir Avrupa kimliği yoktur. Avrupa bir dine tâbi olan insan sayısının gerilediği dünyanın tek yeridir ve bunun açıklaması tarihte bulunabilir. Avrupa'nın toplumsal ve siyasal yaşamında Kilise'nin yüzyıllardır merkezî bir rolü olmasına rağmen asla birleştirici bir güç olmamıştır (Dunkerley ve diğerleri, 2002: 115). İlk önce ayrılık Lâtin ve Ortodoks kiliseleri arasındaydı, sonra Katolik ve Protestanlar ayrıldı. Son zamanlarda ise göçmenlerle gelen İslâm, Hinduizm, Budizm, Sihizm ve diğer dinler denkleme dâhil olarak dinsel çeşitlilik ortaya çıktı. Avrupa Anayasası tartışmalarında giriş bölümünün Avrupa'nın Hıristiyan mirasına değinmesi önerilmiştir. Ancak yeni Avrupa'nın dini çeşitliliğini yansıtmayacağı ve özellikle Müslüman ve Yahudilere kaygılandırıcı mesajlar göndereceği gerekçesiyle reddedilmiştir (bkz. Schlesinger ve Foret, 2006).
62 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.