Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Birkaç Hitabe ve Makale

Aydınlara Düşen Vazife

Yusuf Akçura

Aydınlara Düşen Vazife Sözleri ve Alıntıları

Aydınlara Düşen Vazife sözleri ve alıntılarını, Aydınlara Düşen Vazife kitap alıntılarını, Aydınlara Düşen Vazife en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
‘’ ’Bana öyle geliyor ki, Türk Ocakları böyle yanarsa, onun ateşinde dövülüp tavlanan Türk gençliğinin iradesi ve karakteri, Demirci bozkurdun yaptığı kılıçların çelikliği kadar sert ve sağlam olur ve o zaman bu Türk gençlerinin ferdi iradesi, muhitin tesirlerine galebe eder…’’
‘’İşte efendi, bu hayatını, refahını, sen ancak ve ancak İnönü’nde, Dumlupınar’da kanlarını, canlarını esirgemeyen din kardeşlerinin, o emsalsiz Mehmetçiklerin o nihayetsiz bahadırlıklarına borçlusun! Ey zengin tüccar efendi! Senin malını, canını, hanının taş duvarları değil, mağazanın koca demir kapı ve kilitleri de değil, asla değil, o Mehmetçiğin demir bedeni, çelik ruhu koruyor… Bunu iyi bil ve hiç hatırından çıkarma! Ey mebus efendi! Sen de bil ki, bugün bağımsız bir milletin hakim kuvvetinden bir parçasını nefsinde temsil eden bir zat sıfatıyla Mebusan konağında hükümran oluyorsan bunu temin eden kanunlar senin mürekkep ve kaleminden ziyade, Mehmetçiğin kan ve süngüsüyle yazılmaktadır.’’
Reklam
‘’Avrupa sermayesi yerlileri soyup soğana çevirerek sanatsız, sermayesiz, yersiz yurtsuz bırakmak gayesine tamamen ermek istiyor; çünkü bu halde yerliler, ucuz ucuz, ancak boğaz tokluğuna çalıştırılabilen bir nevi iş hayvanı olacaktır.’’
‘’İstanbul ne kadar güzel, ne kadar büyüleyici, ne kadar cazip olursa olsun, içinde yaşayanları sırf kendine bağlamak, sırf kendi güzelliğiyle yutmak ne kadar isterse istesin, acaba genç Türk nesli, sırf iradelerinin kuvvetiyle, yani iradelerini terbiye ederek bu sihir ve efsundan kurtulamazlar mı, büyüyü çözemezler mi? Gençler İstanbul’u sevmesinler demiyorum; sevsinler, çok sevsinler ancak akıllıca sevsinler! Bir güzel kadını bile sevmek, işi gücü terk edip onun dizinde yatmaktan ibaret kalırsa, aşık da maşuka da nihayet açlıktan ölürler.’’
‘’Ocaklılar! Türk Ocağı’nı kuranlardan, Türk Ocağı’nın en eski aksakallılarından biri sıfatıyla, hepinizi en büyük cihada gönüllü asker yazılmaya, bu çetin büyük vazifeye davet ediyorum. Tanrı yolunuzu açık ve uğurlu etsin!''
‘’Milletin en güzide evladı, oradakiler, İnönü kayalıklarında, Dumlupınar yamaçlarında her türlü sıkıntı ve zahmetlere göğüs geren, hiçbir türlü tehlikeden yılmayan kahramanlardır; bunlar zulme karşı Peygamberimizin birinci buyruğunu tutuyor, elleriyle, yani canlarıyla bedenleriyle savaşıyorlar… Ve ebedi şan onlarındır.’’
Reklam
‘’Efendiler, insaflı düşmanlarımız bile inkar edemiyor ki, bu harpte Hak bizim tarafımızdadır. Osmanlı Türkleri cihan cenginin başından beri sırf halkları müdafaa ediyorlar. Gayemiz, halis ve mutlak hak bakımından tamamen haklıdır.’’
‘’Kısaca, Doğu’da gericilik unsurları ruhanilerle toprak ağaları; inkılap unsurları, ilerleme ve gelişme unsuru, çiftçilerle şehirlilerdir. Bunun içindir ki Doğu kavimlerini Batı medeniyetine dahil etmek isteyenler, bu iki toplumsal sınıfa, köylü çiftçilerle şehirli sanatkarlar ve tüccarlara dayanıyorlar ve tamamen haklıdırlar.
‘’Bugün Cumhuriyet’e tarihin yüklediği vazife budur. Cumhuriyet bu vazifesini tamamen başaramazsa, yalnız kendisinin varlığı değil, Türklerin bağımsız hayatı tehlikeye girer… Bu bakımdan herhangi sınıf ve zümreden olursa olsun, bütün Türkiyelilerin umumi ve kapsamlı menfaatleri Cumhuriyet’in muvaffakiyetini lüzumlu kılar.’’
‘’Çağdaş bir devletin en mühim unsuru olan millet, türdeştir: Çoğunlukla aynı lisanla konuşur. Fertlerin ilmi ve fikri seviyesi, hukuki, ahlaki, estetik, hatta siyasi fikir ve hisleri çok farklı değildir. Çağdaş bir devlette millet, aynı kültürün(harsın) mahsulüdür. Bundan dolayı, hiç olmazsa çoğunluğu aynı ideale (mefkureye) tutkundur. Dolayısıyla çağdaş bir devlet, millidir.’’
Reklam
Birkaç ay evvel Darülfünun namına verdiğim konferansta ''Medeniyet değiştiriyoruz, bir medeniyetten diğer medeniyete geçiyoruz'' demiştim. Şimdi ''dünyaya bakışımızı değiştiriyoruz'' demeyi daha uygun ve kapsamlı buluyorum. Piyetizmin zamanımızda pek dile perseng olmuş bir tabirini kullanarak bu büyük olguya Türk milletinin şuurunda kıymetlerin altüst olması, Türk milletince kıymetlerin yeniden takdiri de diyebiliriz. Avrupa tarihinde Yeni çağ başlangıcı sayılan Rönesans ve Reformasyon, ilim, felsefe, sanat, din, kısaca ferdi ve toplumsal hayat ve kainat anlayışlarında kıymetlerin değişmesidir. Orta çağ Hristiyanlığının kainat anlayışına göre dünyevi hayat, hayatın zevkleri menfur ve mekruhtu. Dünyadan yüz çevirmek, dünyayı terk etmek hayatın gayesiydi. Yeni çağ Hristiyanlığında bu teori altüst oldu. Reformasyonun en büyük siması, adeta Peygamberi olan Martin Luther, bir şiirinde diyor ki: ''Wer nicht liebt Wein, Weib und Gesang, Der bleibt ein Narr sein Lebenlang!'' (Şarap, kadın ve musikinin kıymetini takdir edemeyen adam, bütün hayatında ahmak kalmıştır.)
‘’Ben zannediyorum ki, Batı Türklerinin çoğunluğunun hayatı anlama tarzı, diğer tabirle, cihana bakışı metafizik, destansal ve edebidir. Bu, hayatı çok necip, pek asil ve yüce bir anlama tarzıdır. Eğer maddi imkan olsaydı da, bütün dünyada oturan milletler bu anlayış tarzını kabul etmiş bulunsaydı, insanlık cidden mesut olurdu! Bu anlayış tarzının milletimize pratik sahada bazı mühim faydalar temin ettiği de inkar olunamaz: Türk, askeri karakterlerini, hayata metafizik ve destansal bir surette bakmış olmasına az borçlu değildir; sabır ve tahammül, azim ve kahramanlık, hayatı küçümseme, harikulade fedakarlık, bütün bu manevi kuvvetler, bu anlayış tarzının semereleridir.’’
‘’İtilaf devletlerinin bugünkü gayesi, cebir ve şiddetle veyahut hile ve maharetle, sözde değiştirilmiş Sevr Antlaşması’na ve ‘’Accord Tripartite’’ denilen taksim mukavelenamesine milli Türk hükümetinin imzasını attırabilmektedir. Hamd olsun şimdiye kadar zorla bir şey kazanamayan düşmanlarımız, hileyle de bir şey koparamadılar.’’
‘’Tam muvaffakiyet halinde, Doğu’nun ahalisi Avrupalıların kul ve kölesi olacaktı; Avrupa’ya Doğu’yu, İslami Doğu’yu ruhsuz bir ceset halinde getirecek, istediği gibi kullanacaktı. Bağımsız geçim vasıtaları olmayan insanlar, rızklarını dağıtan kimselerin her türlü emel ve fikirlerine boyun eğmeye, tam itaatle itaat etmeye mecburdurlar. Aç insanlar, yumuşak hamur gibi istenilen şekil ve kıyafete sokulabilir…’’
‘’Avrupa sermayesinin istilasının neticeleri bu kadar mı? Hayır efendiler, hayır! Bu istiladan dolayı Osmanlı ülkesinde küçük ve orta sanayi hemen hemen kalmadı; Avrupa sermayesiyle temasa gelen şehirlerimizde esnaf adeta kayboldu, dokumacılar peştemalcılar, saraçlar, çadırcılar, kazancılar, kılıççılar,kaşıkçılar, fincancılar, tarakçılar… daha ne bileyim ben, Evliya Çelebi merhumun saydığı birkaç yüz sanat esnafının bugün mesela kaçı mevcuttur? Hele bu gidişle yarına kaçı kalacaktır. Avrupa büyük sermayesi, yani Avrupa fabrika sanayi bunları devamlı öldürüyor.Zanaat böyle! Yerlilerde büyüyecek ticaret olsun kaldı mı? Meddah hikayelerinden, ortaoyunlarından öğrendiğimiz Bedestaniler, Asmaaltı ve Mısır Çarşı tüccarları şimdi nerededirler? Eskiden Mısır’a, Tunus’a,hatta Hint’e gemi donatan büyük İslam tacirlerinin yerlerinde bugün kimler var? Yabancılar! Yerli ticaretini de Avrupa büyük sermayesi, Avrupa banka ve şirketleri bitirdi. Bugün şurada gördüğümüz iki üç Osmanlı tüccarı da, nihayet Avrupa sermayedarlarının komisyoncu ve tezgahtarı mesabesindedirler. Avrupa sermayedarlarının fabrika mamullerini dükkanlarında satıp, bir komisyon alırlar, diğer tabirle tezgahtarlık ücreti alırlar… Bağımsız tüccarımız, Avrupa sermayesine, Avrupa banka, fabrika ve ticaretgahlarına haraç ermeyen tüccarımız hiç kalmış mıdır?’’
20 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.