Aziz Bey Hadisesi kitaplarını, Aziz Bey Hadisesi sözleri ve alıntılarını, Aziz Bey Hadisesi yazarlarını, Aziz Bey Hadisesi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.
Aslında unutmak istemekte haklıydı. Hatırladıkça hayatının nasıl yatak değiştirdiğini, ağır bir yanılgının yükünün altında nasıl ezildiğini de hatırlıyordu.
Ne olurdu herkes gibi bir adam olsaydı? Hiç... Ama belki daha uzun yaşardı. Belki ağır ağır çürüyerek yaşlanır, kamburlaşır, Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin şarkısını unuturdu. Giderek şişmanlayan ve hiç susmayan bir kadınla evlenirdi. O kıytırık yazıhaneden çıkar, büyükçe bir şirkete girerdi. Eline biraz daha fazla para geçerdi, her ay başı kâğıt-kalem alıp uzun uzun hesap yapar, her defasında sigarayı bırakmaya karar verirdi. İkide bir top oynarken cam kırdıkları için kafalarına vurduğu, okuyup savcı olsunlar, hâkim olsunlar istediği ikiz oğulları, belki bir kızı olurdu. Sonra kızının mahallenin bütün delikanlılarıyla yattığını öğrenir, çok kahırlanırdı buna. Ama hayatta öyle bir kıstırılmış olurdu ki, bilmemezlikten gelirdi bunları. Bilmemezlikten gelmek ona ağır gelmezdi, neden ağır gelmediğini kendine sormazdı. Eğer Maryam’ın gözlerinde yakaladığını sandığı, kalbine acı bir su gibi damlayan o hazin şey olmasaydı, Aziz Bey emekliliği çoktan gelip geçtiği halde, hayat ona çalış! diye emrettiği için, üstüne cam kestirilmiş çelik bir masada, aynı defterleri doldurup dururken, bir gün birden tıkanır ve yığılır kalırdı. Böylece herkesinki gibi bir hayat yaşamış olurdu.
Aziz Bey’in dramı Maryam’la başlar. Çünkü ona âşık oldu. Bu aşk, kör bir göz, felçli bir sağ kol, tekleyen bir kalp gibi, ona hep acı verdi ama onunla birlikte yaşadı.
Kan döken öfkelerle çıldırtan gamsızlığın, taş gibi ağır acılarla isterik neşelerin, hazin doğumlarla gülünç ölümlerin, zehirli nefretlerle zaaflı aşkların, kedi ile köpeğin, eğri ile doğrunun, ak ile karanın ana baba bir kardeşmişçesine birlikte ve birbirini yiyerek yaşadığı; düzgün hayatlar cephesindekilerin akıllarına sığmayacak kadar karışık, hayat denen muammanın kısa bir özetini andıran o diğerlerine benzemez sokaklardan geçti. Gitti, döndü, geldi. Birbirlerini tüketerek besleyen, böylece var olanların yaşadığı nokta kadar bir toprak parçası üzerinde kısa sayılabilecek ömrü hızlıca tükendi.
Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.
Kitap aslında herkesin gözünden bakıyor gibiydi hayata. Okurken yazar bir yandan Aziz Beyi anlamamızı beklerken öbür yandan da Vuslat’ın tarafını tutmaya itiyordu biraz da insanı. Aynı zamanda da sorgulatıyor Maryam’ın aşkı yalandı ama niye oynadı Aziz beyle diye. İnsan okurken diyebiliyor ki her şey bir insanın gözünün gördüğü gibi değil işte. Okuyucu için Zeki de haklı Aziz bey de. Yazar okuru sorgulatıyor. En önemlisi de hayattan şeyler koyuyor insanın önüne. Her tip insan var diyor, her seviyorum diyen sevmez diyor, en önemlisi de bazen sevgin için ömür harcamaya değmez gidene kadar kimse değerini anlamaz diyor.