"Eğitimci olarak Schopenhauer" makalesinde, "Otoriteye, para kazanma hırsına, sosyalliğe ve bilime çabucak kapılıp gönül veren insanın, bunlar uğruna bizzat kendisine sahip olmaktan vazgeçtiğini," yazmıştır.
Doğanın aksine, insan her zaman bilinçli ya da bilinçsiz olarak neyin “ne” olduğuyla ilgili bir bakış açısı edinir. Örneğin Aristoteles doğayı büyüyen ve hareket eden bir organizma olarak görüyordu. Platon'un doğaya bakışı ise onun ilahî bir tasarım olduğu yönündeydi; Epiküros'a göre doğadaki her şey atomların rasgele hareketlerinden oluşmuştu. Dolayısıyla, doğa kendisi hakkındaki bütün yorumları emen felsefi bir süngerdir. Ama bunu eksiksiz bir biçimde yapamaz çünkü her yorum kısmi ve çıkarımsaldır; bizim kavramlaştırmamızın ötesinde daima daha fazlası vardır.
“Maddeye yapı kazandıran Ruhtur,” diye yazmıştı genç Proust. Bildiğimiz dünya, zihinlerimizin çizdiği ve düzenlediği dünyadır, “Maddeyi psikolojik unsurlarına ayırabiliriz,” diye eklemişti. Fakat gerçekliği zihnimizde ne kadar ayrıntılı oluşturursak oluşturalım, daima ötesinde başka bir şey olacaktır; daha büyük, daha kadim ve daha mükkemmel bir hakikat. Proust’un melankolik metafiziğine göre, bir bütün vardır, biz de onu yalnız ve özlem içindeki bir parçasıyız.