Bir ekşi sözlük yazarı gibi creepy kitap yazıp bitirsem mi bu incelemeyi acaba? Søren Kierkegaard ya, ya hani böyle çok bilinmeyen, arada kalmış filozoflardan biri. Oscar Wilde, Mutlu Prens'in yazarı en son beni Dorian Gray'de nasıl çarptıysa Kierkegaard da beni öyle çarptı. Kitabı bitirdikten sonra eskisi gibi bir insan değildim.
Kitabın girişinde tipik tensel zevkler uğruna kadınların duygularıyla oynayan bir adam var sandım. Lakin, meğer ne masum bir ifade kalırmış bu onun yanında. Ana karakter estetik zevkine uygun bir kurban seçiyor, kızın duygularını yönlendiriyor, tonlarca taktik ve yaşan dolu aşk mektupları ile nişanlanıyor, sonra da pek çok taktik ile kızın kendisinin ilişkiyi bitirmesini sağlıyor ve varolan kadın tüm ömrü boyunca kendini sorumlu hissediyor bu bitişten. Karakter bu yolla kızı özgürleştirdiğine inanıyor. Duygularla oynamanın en üst leveli kanımca. Bunu yaparken adam haz duyuyor, yani halk dilinde sadist diye adlandırabiliriz kişiyi. Kitaptaki akıntılar oldukça ilgi çekici, lakin artık Facebook 'ta fazla bir şey yazmıyorum. Belki sadece alıntı paylaşmaya başlarım, kimbilir?
Kitabın üslubuna gelince, adı üzerinde günlük şeklinde ve akıcı. Özellikle ilk bölümler yap gibi akarken, sonlara doğru beni sıktı. Bunda benim kişisel durumum söz konusu olabilir nihayetinde ben çok sabırsız biriyim. İnsanın aklından neler geçiyor, Kierkegaard böyle kitap yazmayı nereden öğrendi?