Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası

Himmet Uç

Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası Gönderileri

Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası kitaplarını, Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası sözleri ve alıntılarını, Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası yazarlarını, Bediüzzaman'ın Fikir ve Sanat Dünyası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bediüzzaman 1950 de Gençlik Rehberi mahkemesine giderken Türkiye din hürriyetini onun sayesinde kazanmıştı, o mahkeme, bir nevi din hürriyetinin tescil edildiği bir mahkemedir ve Türkiye'de din hürriyetinin miladıdır.
Shakespeare'i büyük yapan İngiliz halkının beş yüz kelime ile konuştuğu bir dönemde 16 bin kelime kullanmasıdır.
Reklam
Âyetü'l-Kübrâ çağımızın en geniş dastansı anlatısıdır, çağdaş bir eserdir. Sayısız yüzler, anlayışlar harmanlanır orada. Sayılmaz ögeleri bulunan bir yorumlar okyanusu üzerinde, konuşmaları huzurla başlatıp durduran güçlü bir ruhun varlığı sezilir. Eser Homeros, Goethe ve Joyce'un işlediği bir tema olan yolculuğu işler. Ama Bediüzzaman yolculuğa;
Hakikat cinsine göre uykudadır, ancak onu uyandırabilenin kucağına oturur.
Canlandırma, sanatçının kainatın şaheserleriyle sürekli bir alışveriş içinde gerçekleştirdiği bir arınma sonrası elde ettiklerini sanatın bağımsız ruhuyla verimli birleştirmesidir. Bediüzzaman'ın eserlerinin doğuş öncesinden doğuşa doğru gelen macerası bu şekilde yorumlanabilir.
Bediüzzaman hayatı boyu sıradan insanlara göre ümidin bittiği çok zamanları ve devreleri yaşamıştır. En basit bir şeyden ümitsiz olan sıradan insanlara göre bu ümidin bittiği noktalar akıl almaz anlardır; 31 Mart vakasında Bekir Ağa bölüğünde mahkeme iççin sırasına beklerken, imparatorluğğun yıkılışını çaresiz seyrederken, Şam da İslam dünyasının psikolojisini gördüğünde, o zaman ümitsizlik adeta dine dönüşmüş gibidir.
Reklam
Matematiği herkes az çok bilir ama, evreni matematiksel olarak yorumlamak çok nadir yorumculara aittir.
Büyük insanlar eserlerinde ikamet eder. O "Hangi kitabımı açsanız benimle görüşebilir, buluşabilirsiniz" der.
Bediüzzaman da farklı zamanlarda farklı temaşalar seyreder. Bazen bir bahar mevsiminde, bazen bir yaz mevsiminde, bazen tarihi ve siyasi olayları temaşa eder. 31 Mart’ı uzaktan iki üç dakika temaşa eder. (Divan-ı Harbi Örfi,s31) Bir gün de Şeyh San’an tepesinden çevreyi temaşa ederken, bir Rus Polisi ile konuşur. (Sünuhat, s. 82) Bazen de farklı nesneleri temaşa eder. Kimi zaman bir ağacın meyvele­rini temaşa eder. (Şualar, s. 26) Kimi zaman baharın çiçeklerini temaşa için paytonla dolaşır. (Emirda Lahikası, s. 206) Bazen hava alemini temaşa eder. (Hüve Nüktesi) Bağlardaki güzel ilahi sanatları temaşa etmek eserlerini tas- hihdeki zevkini bile engeller. (Kastamonu Lahikası, s. 200) Hayvanların bir gayb perdesinden gönderilen erzaklarını seyreder. Yavruların mucizane iaşe­lerini seyreder. Annelerinin sinelerine asılmış tatlı, safi, ab-ı kevser gibi iki tu- lumbacık sütü temaşa eder. (Şualar, s. 72) Ona göre “Ali bir temaşadır feza-yı kâinat” (Sözler, s. 553) Kâfirler, ehli gaflet kâinatı siyah bir perde ile temaşa ederler ve gerçek yüzlerini göremezler. (Münazarat, s. 73) Allah da kendi “acaib-i sanatını kendisi temaşa eder.” (Lem’alar, s. 338) Allah “Hadsiz ebedi zamanı temaşa eder.” (Lem’alar, s. 227) “Azamet ve haş­metini mevcudatta temaşa eder. ” (Lem’alar, s. 405) Yeryüzündeki her varlık da hem temaşa eden hem de temaşa edilen nesnelerdir. Denizler, gökyüzü­nü, yeryüzünü. (Lem’alar, s. 111) Dünya da ahiretteki temaşagahlara daimi manzaralar göndermek için çabalar. (Emirdağ Lahikası, s. 357) Herkes ahirette dünyada yaptıklarını man­zaralar suretinde temaşa eder. Temaşa edilmeyecek şeyleri olanların vay ha­line!
Büyük eserlere muhatap olmak çok ciddi ön hazırlıklar gerektirir, bu eleştiri tarihinin önemli kurallarından biridir. Bediüzzaman’ın külliyatı çok kompirme, sıkıştırılmış, mücmel, özet kitaplar topluluğudur. Onun dünyasına girmek için büyük bir anahtar külçesi gerekir. Okuduğum kitaplar içinde felsefe tarihi, bilgi teorisi ve bilgi felsefesi
Reklam
Bediüzzaman meleklerin ve ruhanilerin varlığını bile kâinattaki tezyinattan, yaratılmış şeylerdeki insanın dikkatini çeken güzelliklerden hareketle ispat eder. Bu estetikten hareketle, güzelden hareketle meleklerin varlığının isbatıdır. “Evet şu kâinatın keyfiyatı (yaratılış durumu) onların (meleklerin) vücutlarını gösteriyor. Çünkü; kâinatı had d ü hesaba gelmeyen dakik sanatlı tezyinat (ince sanatlı güzellik) ve o manidar mehasin (çok mânâlı güzellik) ile ve hikmettar nukuş (işe yarar nakışlar) ile süslendirip tezyin etmesi (süslemesi); bilbedahe (açıkça) ona göre mütefekkir ve istihsan edicilerin ve mütehayyir (hayret eden) takdir edicilerin enzarını ister. (aynen bir resim galerisindeki resimlerin varlığı seyircilerin varlığını istediği gibi) Evet, nasıl ki hüsün elbette bir aşık ister (Güzelin varlığı bir takdir ediciyi, aşığı ister, bu estetiğin külli bir kaidesidir) Taam ise aç olana verilir. Öyle ise şu nihayetsiz hüsn-i sanat (sanat gözülliği) içinde gıda-yı ervah (ruhun gıdası) ve kut-ı kulub, (kalbin ihtiyacı) elbette melaike ve ruhanilere bakar, gösterir. " Burada Bediüzzaman ayrıca estetikçilerin gayesi kendinde olan dediği estetik zevkin ruhun ve kalbin gıdası olduğunu belirtir. Güzel sanatlar kalbi ve ruhu tatmin eder. Bediüzzaman çok yüksek bir tefekküre sahiptir; ama gündemde olan Bediüzzaman asıl Bediüzzaman'ın gölgesi bile değildir.
Kant'ın seyir kelimesine getirdiği genişlik ile Bediüzzaman’ın getirdiği genişlik kıyaslanabilir. Bediüzzaman bu felsefenin en büyük devlerinden birinin kaç misli üstünde görünür bu karşılaştırmada. Bediüzzaman ”mescid-i kebir-i alem" derken alemin büyük bir mescid olduğunu söyler. Bu gezmek ve dolaşmanın da ibadet olduğu anlamına gelir, ama seyrederek ve seyrettiğini yorumlayarak. Bediüzzaman'ın mescid ve ibadet anlamına getirdiği estetiksel genişlik yine ifade içinde bir cümle ile teyid edilir. Seyretmek nihayetsiz vazifedir, hikmetli nezarettir, vüsatli ubudiyettir (geniş bir kulluktur). Burada mescide ve ibadet kavramına bilinenin çok ötesinde son derece ihata edilmeyen bir anlam veren, hepsinden ötesi yaşayan bir ideal insan ortaya çıkar, hem dini, hem felsefeyi, hem sanatı, hem estetiği kucaklayan bir insan modeli. Bediüzzaman'ın tabiatın kucağını yaldızlı, güzel şehirlere tercih etmesi işte onun bu seyir faaliyetinde bulmuş olduğu ifade edilmez zevkinden ötürüdür. “Isparta'nın dağlarını, ormanlarını Yıldız Sarayına değişmem. " diyen bu ihata edilmez derecede büyük insan çizdiği büyük insan portresinin ilk ve en önemli sahibi yine kendisidir. Bediüzzaman bu paragraftaki yorumu ile din ve sanatı barıştıran adamdır. Ama nerede onu bu şekilde anlayan bir toplum, neye mahkum edilen bir insan? Kierkegaard, ”En büyük trajedi anlaşılamamaktır. " Der. İşte bir insan ve dünyası. Barla’da, Çam dağında seyrettiği ağaçları, dallarındaki meyvelerle elmaların seyrini yüz sinema yüz tiyatroya değiştirmeyeceğini söyler.
Konuların felsefesini yaparak onların mesajlarını vermek Bediüzzaman’ın tarzıdır. Bediüzzaman’ın öğretisinde felsefî düşünme yani konunun hakikati üzerine fıkir yürütme en esaslı bir şekilde ortaya konmuştur. itikadı sadece teslimiyet olarak değil aklın, fıkrin, nefsin, hissin, hayalin teslim olması anlamında anladığı için onların hepsine boyun eğdiren bir yorum ve felsefe yapmaktadır Bediüzzaman. Eserleri için tayin edilen bilirkişi heyetini reddeder, onların yerine ”Avrupa'dan feylesoflar getirin onlar incelesin" der. Çünkü felsefe ayrı, bir konunun felsefesini yapmak ayrı şeylerdir. Bediüzzaman'ın ziyaret eden Ali Himmet Berki, ziyaret esnasında konuşmaları anlatır. “Biz yanına vardığımızda Bediüzzaman kendisine sorulan suallere cevap veriyordu. Felsefecilerden, sofistlerin iddia ve Fıkirlerine cevap veriyordu. Akli, mantıki delillerle onların görüşlerini çürütmüştü. " (Son Şahitler 1, s. 160) ni sınırlı bir düşünme alanına hapsetmişiz, halbuki mutlakın alanı geniştir, düşünce keskinleştiği ve geliştiği sürece mutlakın alanında düşünebilir. Bediüzzaman çok sınırlı bir alana hapsedilmiş âdeta dondurulmuş dinin mantığına, dinin düşünme alanına, büyük bir genişlik getirmiştir. Onu sanatla, düşünceyle, tefekkürle, tahayyülle birleştirmiş ve hayatın dini haline getirmiştir.
İnsanın maddi ve manevî her uzvu sanatlı olarak yaratılmıştır; ama özellikle Bediüzzaman'ın üzerinde vurgu yaptığı insanın hafızasıdır. Bütün bilgilerin yığıldığı bu küçücük yerde, her bilgi karışmaksızın hemen kişinin kullanımına girmektedir. Bu harikalığı, büyük sanat eserini anlatır. "İnsan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki öyle cami bir kitap, belki kütüphane hükmündedir ki bütün sergüzeşt-i hayatı içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Acaba şu mucize-i kudrete hangi sebeb gösterilebilir? Telafif-i dimağiye mi? Basit şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgârları mı? Halbuki o mucize-i sanat öyle bir Zatın sanatı olabilir ki, beşerin haşirde neşredilecek büyük defter-i amalinden muhasebe vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet istinsah edip yazıp aklının eline verecek bir Sani-i Hakim'in sanatı olabilir. “ (Sözler, Pencereler) Hafızaya daha sonra kalbi de bir harika-i sanat olarak ilave etmiştir. “Hem o kalbin ve hafızanın emsalleri ve sikkeleri bir tarzda bulunan bütün kalblerin ve hafızaların kâinat yüzünde müstevliyane (istila edercesine) intişarları, (yayılmaları) elbette bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zat’a bakar ve ”Yalnız onun eseriyim ve onun sanatıyım. ” (Şualar, İkinci Şua) İnsan kendisine bu kadar önem ve itina gösterilmesi karşısında, O'nun büyük bir sanat eseri olmasından dolayı büyük bir iftihar hissetmelidir.
Güzel bir sanat eseri ise uzun zamanda yapılır, nadirdir ve zorluklarla ortaya çıkar, her yerde bulunmaz. Halbuki Allah'ın her sanat eseri hem boldur, hem bütün dünya coğrafyasına yayılmıştır, kolaylıkla ve süratle yapılmıştır. Bütün bunlara ilave olarak da en ideal şekilde hem geometrik hem simetrik, hem altın oranlara riayet ederek, dengeli yapılmıştır. Bu güzel sanat ilahi sanatm karakteridir. Bütün bu özellikleri ile ”gayet mümtaz bir hüsn ü sanat” (Sözler, yirmi İkinci Söz) ortaya çıkar. Bir menekşenin güzelliği herkesin ona güzel diyeceği bir tasarımdır, papatya yine öyle, zambak da buna dahil; özetle bütün kâinat ve nesneler, birbirini tamamlayan güzelliklerdir. Birbirini keşke şu da olmasaydı diye dışlamayan bir mantıkla birlikte tasarlanmışlardır: İşe bu özelliğe "gayet mümtaz” ifadesiyle işaret eder. Yani her canlı bağımsız bir güzellik ülkesi gibidir. Kimse onun güzelliğine müdahale edemez. İnsanlar mükemmeli zaman içinde yakalar. Sinan yıllarca çalıştıktan sonra olgunluk döneminde Selimiye'yi yapmıştır. Ama Allah ilk yarattığında en mükemmeli yaratmaktadır, herhangi bir hazırlanma, geliştirme gibi insanlara ait süreçlere riayet etmez. Onun sanatı "Sanatperverane ibdadır. " (Şualaı; Yedinci Şua)
115 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.