Komik olan, hiç de ahım şahım bir kavgacı olmamamdı. Bir korkak gibi yaşamak, kahraman olarak ölmekten iyiydi; benim sloganım buydu. Fakat her nedense o günlerde o boğuşmalara bir şekilde bulaşıyordum. Sanırım sürekli kavga arıyormuş gibi gözüküyordum. Son büyük kavgam, Digbeth yakınlarındaki bir başka bardaydı. Nasıl başladığı konusunda hiçbir fikrim yok, ama bardakların, kül tablalarının ve sandalyelerin mekânın her tarafına uçuştuğunu hatırlıyorum. Çok sarhoştum, bu yüzden herifin teki geriye, üzerime doğru düşünce, onu diğer tarafa doğru sertçe ittim. Fakat herif kendini topladı, kızgın bir suratla bana dönüp, "Bunu yaptığına pişman olacaksın, tatlım," dedi.
"Neyi yaptığıma?" dedim tüm masumluğumla.
"Benimle şu lanet oyunu oynama."
"Peki, bu oyuna ne dersin?" dedim ve ona kafa atmayı denedim. Şu iki şey olmasaydı bunu yapmak makul olabilirdi: Birincisi, sallanırken devrildim; ikincisi, herif işten çıkmış bir aynasızdı. Hatırladığım bir sonraki şey, yerde yüzüstü yatarken ağzımda bar halısı olduğu ve tepemden gelen, "Az önce bir polis memuruna saldırdın, seni ucube. Tutuklusun," diyen sesti.
Bunu duyar duymaz hemen zıpladım ve pergelleri açtım. Fakat aynasız da ardımdan koştu ve bir ragbi çalımıyla beni kaldırıma serdi. Bir hafta sonra şişkin bir dudak ve morarmış iki gözle mahkemedeydim. Şansıma cezam keseme göreydi. Fakat bu beni düşündürdü: Gerçekten hapishaneye dönmeyi istiyor muydum?
Boks günlerim böylece sona erdi.