"... zamana ve mekana böylesi bir kayıtsızlık beni kıskandırıyor. İnsanın içinde bulunduğu şartlar ve koşullar ne olursa olsun sürekli aynı gerçeğin peşinde olabilmesi ne büyük bir nimet olsa gerek."
Pusula kendi istikametini bulduğunda diğer yönleri de rahatlıkla tanımlayabiliyor. Güneyi kuzeyden doğuyu batıdan ayırabiliyor. İnsanoğlu da hakikatten ayrılmadığı zaman doğruyu yanlıştan ayırt edebiliyor. Halbuki sisli havalarda dumanlı ufuklarda yolculuk etmek insanın gideceği yönü belirleyebilmesi ne kadar da zor!
Peki, pusula bunu nasıl yapıyor? Çünkü iğne kendini, özünü biliyor ve onu arıyor. Mıknatıs kuzeye ait olduğunu ve oradan geldiğini hiçbir zaman unutmuyor. Hava ne kadar sisli, görüş ne kadar kapalı olursa olsun, pusula Elifi kuzeyi hissediyor, biliyor, onunla bir oluyor. İnsan da geldiği yeri, özünü, varlığını bilirse gideceği yeri de rahatlıkla görebiliyor. Gözün görmediğini, kulağın duymadığını ruh biliyor, kalp hissediyor.
Bir zamanlar âlimler yıldızlara bakıp geleceği okurlardı. Şimdilerde cahiller yıldızlara bakıp fal çıkartıyorlar. İnsanoğlu eğer ilmin kıymetini bilebilseydi taştan altın yapabilen simyacılar çağı asla bitmezdi.