“İçinde yaşadığı dünyayı adamakıllı tanımıştı. Bomboş ve maddiydi bu dünya. Kaba, sert, acımasız ve soğuktu. Sevgiden, okşamadan, sevecenlikten eser yoktu bu dünyada.”
“Jim Hall, zaten kendini bildi bileli ya dövülmüş ya da itilip kakılmıştı hep. O zamanlardan itibaren istenilen her şekli almaya müsait olan mayası, toplumun acımasız ellerinde ezile ezile yoğrulmuştu.”
... Fakat bana kalırsa, bu şişko biraz aptalcaydı.
Dondurucu kuzey ülkelerinden birine yapılan yolculuk sırasında ortadan yok olan bir köpeğin ardından söylenenlerin hepsi bu kadar. Daha nice köpeğin ya da insanın ölümünün ardından, belki ancak bu kadar söz söylenirdi...
Bir tür acıyla çınlayan bir kahkaha gizliydi sanki; bütün acılardan daha korkunç ve buz gibi soğuk bir heykelin gülümseyişi kadar trajik, donuk ve neşesiz bir gülümseme!
Edebiyatın acı alayı gibi bir şey, acımasız ve uçsuz bucaksız bir sonsuzluk, varoluşumuzun boş çabaları ve yaşamın anlamsızlığı ile alay ediyor gibiydi.
Ne yazık ki, ikisi de insandı işte...Bu hiçlik, ıssızlık ve tehlike evreninden geçerek, kendilerine uzayın boşlukları kadar uzak ve ölü gibi görünen dünyaya kafa tutan, ufacık birer serüvenciydiler.