Beyaz diş kendini bulma sürecindeydi. Yılların ona kazandırdığı olgunluğa ve döküldüğü kalıbın acımasız katılığına karşın kişiliğinin gelişimi devam ediyordu.İçinde birtakım tuhaf duygular,alışık olmadığı dürtüler uç vermeye başlamıştı.Davranışlarına yön veren eski kurallar değişiyordu.Eskiden huzuru sever,huzurunun kaçmasından ve acı çekmekten nefret ederdi,dolayısıyla davranışlarını da buna göre düzenlerdi.Oysa şimdi durum farklıydı.İçinde gelişen yeni duygular yüzünden tanrısının uğruna sık sık huzurunun kaçmasına ve acıya katlanır olmuştu. Örneğin sabahın erken saatlerinde çevreyi dolaşıp yemek aramak ya da kuytu bir köşeye çekilip yatmak yerine tanrısının yüzünü görebilmek umuduyla kulübenin önündeki iç karartıcı merdivenlerin başında saatlerce bekleyebilirdi. Geceleri tanrısı eve döndüğünde parmaklarının dostça dokunuşunu hissetmek ve sevgi dolu sözcükler duyabilmek uğruna karın içine yattığı sıcak çukurundan vazgeçebilirdi. Dahası,tanrısının yanında olabilmek,birlikte şehre gidebilmek ya da onun tarafından okşanabilmek için en sevdiği şeye,ete bile boş verebilirdi.
İçinde yaşadığı dünyayı tam anlamıyla öğrenmişti. Bu dünya, boş ve maddiydi. Vahşi, sert, acımasız ve soğuktu. Sevgiden, okşamadan, şefkatten eser yoktu bu dünyada.
Onun yöntemi, nedenini niçinini sorgulamadan olayları olduğu gibi kabul etmekti. Gerçekte bu bir sınıflandırarak anlamdırma işlemiydi. Bir şeyin hangi nedenle olduğuna asla kafa yormazdı. Nasıl olduğunu bilmek yeterliydi onun için. Dolayısıyla, burnunu arkadaki duvara bir kaç kez çarptıktan sonra duvarların içinde yitip gidemeyeceğini anladı.
Basit yaratıklar iyi ile kötüyü basit yollarla anlarlar. Huzur veren, doyum sağlayan, acıyı dindiren her şey iyidir.Huzursuzluğa, tehdide, acıya yol açan şeylerse kötüdür.
" adamların daha adaletli, çocukların daha acımasız, kadınların da daha yumuşak kalpli olduğunu ve kendisine en çok onların et veya kemik attığını anlamıştı artık."
Sürekli yenildiği bu kavgalarda zararın büyük kısmını o görmüş olsa da cesareti asla kırılmamıştı.Yine de bütün bunların kötü bir etkisi olmuş,yavru kurt huysuz ve hırçın bir hayvan olup çıkmıştı.Vahşilik yaradılışında vardı ama bu bitmek bilmeyen eziyetler onu daha da vahşileştirmişti.
Yavrunun içindeki hırs inanılmaz boyutlara varmıştı. Damarlarında akan, türüne özgü o savaşçı kan uyanmış, kabarıp taşıyordu. Henüz farkında değildi ama yaşamın ta kendisiydi bu. Yavru bu dünyadaki varoluşunun anlamını kavramaya başlamıştı, ne için yaratıldıysa onu yapıyordu şimdi, yani et için öldürüyor öldürmek içinde savaşıyordu. Böylece varlığını kanıtlıyordu. Bundan daha iyi şekilde de yapılamazdı bu, çünkü, ancak bütün gerekleri yerine getirildiği zaman bu dünyada yaşamın doruğuna ulaşılabilirdi.
Eski efendileri dayak atmakla onun yalnızca canını yakmışlardı. Oysa benliği her zaman isyan etmiş, asla baş eğmemişti. Efendisinin tokadı ise canını acıtma açısından tokat bile sayılmazdı. Bununla birlikte, acısı ta benliğinin derinliklerine işliyordu.