Bir keresinde bir arkadaş, “Nasıl ölmek isterdin?“ diye sormuştu. Onun cevabı, “Kızgın bir kalabalık tarafından ölümüne dövülmek“ olmuştu. O şekilde en azından son anlarınız tutku ve temastan oluşurdu. En azından kimi suçlayacağınızı bilirdiniz.
Bir sabah soğuk zamk gibi yulaf lapasını yediğimde ve kaşığıma bir ağız dolusunu tükürdüğümde, küçük pörsümüş bir et parçasına benzeyen şeyi görünce tiksindim. "Senin kendi kalbin... " Bu fısıltı bana kahkaha atarak geldi.
Sigaranın külünü Chin'in soğuk tabutunun üstüne silkelerken kendisini,ne tür bir hazır yemek istediğini düşünürken buldu. White Castle mı yoksa McDonald's mı? Ölüm onu her zaman açıktırırdı.
Diane gece yatak odasında uyanık halde kitap okuyordu. O gün akşamın erken saatlerinde yağmur yağmıştı. Penceresi açık olduğu için uzaktaki dalgaların sesini duyabiliyordu..
Gerçek şu ki, şu an burada oturmuş dinleniyorum sadece ve düşünüyorum. Düşünmeyi bitirdiğimde de ne yapacağımı daha net bileceğim ve senden, kendi erkeğimden ya da bir daha hiçbir erkekten asla emir almayacağım.
Cevabını zaten biliyordum tabii ki de ama onun yenik düşerek son çare olarak gerçeğe mecbur kalmadan önce, yalanları kafasından bir bir geçirişini izlemek eğlenceliydi..