Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bilinç - Öznelliğin Bilimi

Antti Revonsuo

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Bilinç ister açıklanabilsin ister açıklanamasın, 21. yüzyılın genetiği ve moleküler biyolojisi 19. yüzyılda yaşayan herhangi bir biyoloğa nasıl büyü gibi göründüyse, uzak gelecekteki nörobilim de bugün bizim için tasavvuru mümkün olmayan bir bilimkurgu gibi olacaktır.
Eğer deneyimin nitelikleri dışarıdaki fiziksel uyaranlarda değilse, belki de içimizdeki beyin etkinliklerinde bulunabilir. NaCl'yi tatmak (veya bir rengi görmek) tabii ki beyin etkinliğinde gerçekleşen belirli de ğişikliklerle bağıntı gösterir. Fakat nöral değişimleri betimlemek veya ölçmek, deneyimin tuzlu niteliğini almak anlamına gelmeyecektir. Tuzu tattığımızda veya görsel alanımızda maviliği deneyimlediğimizde beyindeki bazı nöronların belirli bir şekilde ateşlendiği ifade edilebilir. Ancak, nörobilimin anlattığı kadarıyla, nöral etkinliklerde niteliksel olarak tuzlu veya mavi hiçbir şey yoktur. Deneyimin niteliklerinin nasıl ortaya çıktıklarına veya neden şu nöral etkinliklerle değil de bu nöral etkinliklerle bağıntı gösterdiklerine dair hiçbir fikrimiz yok. Şu halde tekrar İzah Gediği'ne dönüyoruz -öyle görünüyor ki öznellik, bilimin nesnel dünyasında bir yere oturmuyor.
Reklam
Daha kötüsü de var: Nesnel yaklaşım, bilinci açıklayamaması bir yana varlığını dahi kabul edemez. Dünyaya yönelik üçüncü-şahıs fizik selci bakış açısına sıkıca bağlandığımız takdirde f enomenal deneyimin nitelikleri tümüyle ortadan kalkacaktır. Fiziksel dünyada, öznel nite likler olarak deneyimlediğimiz renkleri -mavilik, yeşillik, kırmızılık, sanlık, beyazlık, siyahlık-bulabileceğimiz hiçbir yer yoktur. Bunlar, görülebilir dalga boyu içindeki elektromanyetik ışımanın nitelikleri değildir. Işıma, farklı renklere boyanmış fotonlardan değil enerjinin farklı dalga boylarındaki fotonlardan oluşur. Gözlerimizin duyarlı ol duğu elektromanyetik enerjide (görülür ışık gibi), elektromanyetizma hakkındaki fiziksel kuramlarımızın anlattığı kadarıyla, renk görme deneyimimize az da olsa benzeyen hiçbir şey yoktur. Aynı şey deneyimlerimizin diğer nitelikleri için de geçerlidir. NaCl'de (bildiğimiz tuz), fenomenal bilincimizde tattığımız "tuzlu" niteliğini oluşturan hiçbir şey yoktur. NaCl kimyasal olarak basit bir moleküldür; içinde saklı hiçbir tat barındırmaz.
Sorun şu ki, bilim, yalnızca nesnel, üçüncü-şahıs bakış açısı üzerine inşa edilmiştir. Sadece bu bakış açısından incelenebilen şeyler "gerçek" olarak kabul edilir. Fiziksel varlıklar ya doğrudan duyu organlarıyla ya da dolaylı olarak, araştırma aletleri üzerine bıraktıkları etki aracılığıy la herkes
Thomas Nagel (1974), meşhur bir makalesinde, hayvan bilincini (ya da genel olarak yaratık bilincini) örnek göstererek başlıkta yer alan soruyu ortaya atmıştır. Daha belirgin ifade edecek olursak, modern bilinç çalışmalarında sorulan en ünlü soruyu sormuştur: Yarasa olmak nasıl bir şeydir? Öznel bilince sahip bir varlık olarak, yarasa için yaşam nasıl bir şeydir? Bilim bir gün bize bunu anlatabilecek mi? Thomas Nagel, öncelikle, zihinle ilgili (o dönemde) mevcut ve yaygın kuramların hiçbirinin (indirgemecilik, davranışçılık ve işlevselcilik) bu soruyu cevapla maya başlamayı bile başaramayacağına işaret eder. Çünkü bu soruya tamamen biganedirler. Bilim bir gün yarasa davranışı, anatomisi, fizyolojisi ve yarasa beyninin bilişsel bilgi işleme süreçleri ile nörobilimi hakkında tam bir betimlemeye ulaşsa dahi yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir fikre sahip olamayacağız. Bu, üçüncü-şahıs yaklaşımının yetersiz olduğu anlamına gelir.
Belirli bir öznel deneyim ile belirli bir nörona! etkinlik arasında düşünülebilecek herhangi bir bağlantı tamamen keyfi imiş ve izah edici değilmiş gibi göründüğü için öznel bilinç fenomenlerinin nesnel biyolojik fenomenlerle izahı mümkün gibi durmuyor. Diğer bir deyişle, şu belirli özel nöral etkinlik şu belirli deneyim niteliğini nasıl ve niçin ortaya çıkarsın? Z türünden nöral etkinliğin her durumda Q türünden fenomenal deneyimi ortaya çıkardığını anlasak ve z-.Q sarsılmaz bir doğa yasası olsa bile, Z ve Q arasındaki bağlantının niçin var olduğunu, ne tür bir temele dayandığını veya nasıl işlediğini yine de anlamış olmayacağız; sadece böyle bir bağlantının var olduğunu bileceğiz. Z ve Q arasındaki ok işareti rahatlıkla, "ve burada bir mucize gerçekleşir" şeklinde oku nabilir. Fiziksel ile fenomenal alanlar arasındaki bağlantıya dair her izah denemesi dipsiz bir uçuruma, arasına köprü kurulamayacak o İzah Gediği'ne yuvarlanır.
Reklam
İzah Gediği, Zor Sorun'un neden bu kadar zor olduğuna -bilincin izahının neden fiziksel şeyler hakkında genellikle yapılan izahlar gibi yapılamayacağına-yönelik ilave açıklamalarda da bulunur. Hidrojen ve oksijen moleküllerinin belirli bir tarzda bir araya geldiklerinde su moleküllerini nasıl zorunlu bir biçimde oluşturduğunu kavramak zor değildir. Suyun O ile 100 °C sıcaklıkları arasında neden sıvı olduğuyla ilgili izah apaçıktır: Bu durumda moleküller serbest bir şekilde birbiri üzerinde yuvarlanabiliyorken daha düşük sıcaklıklarda bunu yapamaz lar ve su buza dönüşür. Burada kavranamaz bir gizem yoktur. Fakat öznel psikolojik gerçekliğimizdeki fenomenal deneyimler, beynin nesnel biyolojik gerçekliğindeki fiziksel veya nöral niteliklerden oldukça farklıymış gibi görünüyor. Sahici bir açıklama sayılabilmesi için, öznel deneyim ile nesnel beyin etkinliği arasındaki bağlantının, su moleküllerinin davranışıyla sıvılığın açıklanmasında olduğu gibi apaçık ve anlaşılır bir biçimde kurulması gerekir. Fakat nasıl bir nöral etkinlik kombinasyonu, anlayabileceğimiz ve kavrayabileceğimiz açıklıktaki yasa benzeri bir zorunluluk aracılığıyla fenomenal deneyimlerle eşitlenebilir?
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.