Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bin Tanık

Erbil Tuşalp

Bin Tanık Gönderileri

Bin Tanık kitaplarını, Bin Tanık sözleri ve alıntılarını, Bin Tanık yazarlarını, Bin Tanık yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
512 syf.
·
Puan vermedi
UYARI :Bu kitap, içeriği gereği boyun kaslarında gerginlik, artan dozlarda baş ağrısı, diş minesinde çatlak, avuç içlerinde tırnak izleri yaratabilir. Gazeteci Ünsal Ünlü'nün 7 Eylül 2020 tarihli podcastinde ölümünden iki gün sonra "Gerçek bir gazeteciydi" diyerek anması ile hayatıma girdi Erbil Tuşalp ve kitapları..Kendisi bilmeyecek olsa da teşekkür ediyorum, gerçek bir arşiv elimde tuttuğum kitap.. Yazılama Yayınevi'nden okuduğum Bin Tanık kapağındaki fotoğraf ile öylesine anlam bütünlüğü içinde ki.. Suç uydurulup, suçluların(!) karpuz gibi seçilip işkenceyle itirafa veya sorgulamalarında isim verip iftiraya zorlandığı, aileleri ile tehdit edildikleri, işkencelerinin ebeveynlerine ve çocuklarına izlettirildiği, işkencelerde attırılan çığlıkların dahi işkence malzemesine dönüştürüldüğü, hayal gücü sınırlarını zorlayan yöntemlerin insan bedeni üzerinde kullanıldığı bir döneme göz yumuş anlatılıyor kitapta.. Doktor raporları, mahkeme tutanakları, tanık ifadeleri, mektuplar.. Gözleriyle beraber eli, kolu, ağzı bağlanmış adalet... Bilmek gerek, unutmamak gerek yaşananları.. okuyun efenim, keyfi hayatınızdan söküp alacak olsa da..
Bin Tanık
Bin TanıkErbil Tuşalp · Yazılama Yayınevi · 201315 okunma
2012 tarihli 'Son söz öz söz'
Görüldüğü gibi “eski tas eski hamam" dedirtecek ölçüde değişen bir şey yok. Bunca yıl önce işkencede ölenler, sorguda çocuğunu düşürenler vardı. Bugün de var. Yüzlerce binlerce insan çatışmalarda vurulup ölüyordu. Bugün de ölüyor. Kuşkulu ölümlerin, cana kıymaların, kaybolmaların hesabı tutulmuyordu. Bugün de tutulmuyor. Bu kitabı 1980 cuntasının büyük acılarını duyarak yazmıştım. Bugün demokratikleşme yalanıyla kandırılan bir halkın faşizme teslim oluşunun büyük acısıyla noktalıyorum.
Sayfa 468
Reklam
Gülmek, gülebilmek direnmek olur..
İşkenceye gidenlerle kalanlar arasında gizli bir ayrılık töreni vardır. Vedanın her zaman elvedaya dönüşebileceğini herkes çok iyi bilir. Gideni beklemek bunun için zor. Giden olmak her zaman daha kolay. Bir işkence gecesini sağ salim geride bırakmanın mutluluğunun bir benzeri daha olduğunu sanmıyorum. Espri bile yapan olur. Salt gövdesinin acısını duyduğu için elektrikten geçici felç geçiren birinden 'Felç olmaya övgüler' duyabilirsiniz. Birlikte gülünür."
Sayfa 296
Ölmeyi istemek zayıflık mı..?
Kablolardan biri sağ ayağımda yine. Öteki gezintiye çıkıyor vücudumun her yerinde. Yerden fırladıkça, boğazıma ayakları ile basıyorlar. Kova kova su döküyorlar. Üstüne üstlük çişi gelen üzerime işiyor. Kusmaya başlıyorum, kusmuk boğazıma kaçıyor, arasına gerildiğim kalaslarla birlikte doğrultuluyorum. Öğürme nöbetim geçinceye kadar. Ne kadar kalabalıklar. Eğleniyorlar. Bayılmak istiyorum. Elimde değil, bayılamıyorum. Ölmeyi istemek zayıflık mı diye düşünüyorum? Değil. Hem de çok insanca. Kaldırıp yine kendileri giydiriyor. Giyinip soyunmaktan bıktım.
Sayfa 294
'Bütün ulusal kurtuluş hareketleri ezilmelidir' diyor
Ayaklanmalar, Bastırma Hareketleri, Teori ve Tatbikatı adlı kitabında David Galula adlı bir CIA görevlisi de şöyle demektedir: Türkiye'de halk iktidarı kurulması ve halkın bilinçlenmesine yönelik çabalar, dolaylı saldırı sayılır elbet. Dolaylı saldırıları önlemek de ABD için görev sayılır. Dünyanın doğu ve batı diye ayrıldığı bir dönemde, ABD bu tür eylemlere seyirci kalamaz. Şuursuz terörizme başvurulmalıdır. Şuursuz terörizmden maksat ayaklanma hareketleri ve sebepleri için fazla ilgi toplamak ve halkın dikkati bir tarafa çekildikten sonra gizli olarak bulunan tarafları cezbetmektir. Bu da gelişigüzel yapılan terör hareketleri ile bombaların patlaması, yangın çıkarılması ve suikastlar yapılması ile mümkün olur.
Sayfa 289
"Sesinden kendisini hemen tanıdığım, şivesi bozuk bir polis memuru, beni yumruklayarak, kelime-i şehadet getirmemi istiyor, başka bir polis sigarasının ateşli külünü sağ kulağımın içine silkeliyor, bir polis ağa da biriktirdiği balgamlı tükürüğünü yüzüme tükürüyor, başka bir polis memuru da, arkamdaki masanın üzerine çıkarak, iki ayrı çaydanlıktan kafama su döküyordu. Çaydanlıkların biri kaynar, biri de soğuk su ile doluydu. Şu anda hâlâ, yüzümden çeneme doğru akan balgamlı tükürüğü, beynimi yakan, beni delirten sıcak ve soğuk suyun başımdan sırtıma akışını ve sandalyede göllenişini hissediyorum. Şivesi bozuk polis, 'Ulan, daha sana neler yapacağız. Buraya karını ve bebeni getireceğiz. Gözünün önünde bebeni yastık yapıp ...........' diye bağırıyordu. Bu işkence ne kadar sürdü bilemiyorum. Zaman mefhumunu yitirmiştim.
Sayfa 286 - Yargılanıp aklanan edebiyat öğretmeni Hami Karslı
Reklam
Elektrikten en az bizler kadar anladıklarını iddia eden seslerin sahipleri elektrik üreten makinelerinin kablolarını, ikimize de seri olarak bağlamışlardı. Ve herhalde devrede sigorta da yoktu ki, zıplayıp da kısa devre yaparak yanmamızı önlemek için de, dörderli beşerli üstümüze oturmuşlardı. (..) basit bir manyetolu elektrik dinamosu sandığımız şey meğer yalan makinesiymiş. Dediklerine göre, doğru söyleyince yeşil, yalan söyleyince kırmızı yanıyormuş. Şaşıracaksınız ama biz bu yalan makinesinden, ancak yalan söylediğimizde kurtulabildik. Yani örgüt üyesi olup devre arkadaşlarımızla örgütsel ilişkiye girerek. Daha sonra yaşamıma damgasını vuran bu yalan makinesi üzerine çok düşündüm. Ne biçim yalan makinesiydi bu? Seni kablolarla elektrik üretecine bağlıyorlar, vücuduna elektrik veriyorlar. Üstelik akımın akışını hızlandırmak için ağzından kaşık kaşık tuz boşaltıyorlar ve makine durmadan kırmızı yanıyordu. 'Hayır' diyordu. 'Bu doğru, bana yalan söyle ki yeşil yanayım. Çünkü ben adım üstümde bir yalan makinesiyim.' Evet, bu, adı üstünde bir yalan makinesiydi. Ama gerçekle gerçek dışı olanı ayırt eden bir makine değil, yalnızca gerçek dışı olanı isteyen ve gerçek dışı olana yeşil ışık yakan bir makineydi bu. Gerçekte bu yalan makinesi bizi sorgulayan bayların kafalarında yer etmiş bir kalıptı.
Sayfa 278 - 279/Metin Ağaçgözgü'nün 13.3.1984 tarihli ifadesi
işkenceyi izleterek/dinleterek işkence etmek....
1 Ocak 1986 tarihinde Sağmalcılar Özel Askeri Cezaevi'nden tutuklu mektubu damgası yemiş bir mektuptan: "..Siz bir kişinin beynine beton çivisi çakıldığına tanık oldunuz mu?.."
Sayfa 178
Benden daha çok gözaltında kalan, ayaklarının altından dökülen etlerinin yerine, hastanede kalçasından ameliyatla et nakledinen Abdo Özkurt, sekiz ay boyunca parmaklarını kullanamayan Ali Özer ve daha bir çok insanın acılarına tanık oldum.
Sayfa 175
işkenceye ayağına çakılan çiviye kadar dayanabilen Abuzer Eren'in tesellisi
..öyle körlük ve sağırlıklar var ki, tıbbın buna çare olması mümkün değil. 'Görmek istemiyorum' diyenden daha kör, 'Duymak istemiyorum' diyenlerden daha sağır kimse yok. Tıbbı bir yana bırakıp, ben, bana yapılanları anlatmak istiyorum. Görmek ve duymak her ne kadar bir tıp sorunu gibi görünüyorsa da, adaletin de görmek ve duymak istemeyenlere, bir gün, görmeyi ve duymayı öğreteceğine inanıyorum. Acılarımı bu inançla bir ölçüde azaltabiliyorum.
Sayfa 172 - Adaletsizlik öğretecek ya da..
Reklam
İşkence durdurulabilirdi. Durdurulması için gerekli yasal, uluslararası örgü vardı. İşkenceyi teşhir edecek ve doğruluğunu kanıtlayacak yöntemleri de vardı. Olmayan tek şey, hükümetlerin insanlara işkence yapılmasını durduracak siyasal isteklerdir.
Sayfa 151
dumana çevirip, zihinlere gizlenmek zorunda kalanlar..
O sıcak eylül sabahı, sokağa çıkabileceğimiz duyurulduğunda Ankara'nın yüksek bir tepeden bir fotoğrafını çekmeyi çok isterdim. Tüm bacalar tütüyordu neredeyse. Bacalarına bakarsan harıl harıl çalışan bir fabrikaydı sanki koca kent. Kitaplar aklıma geldi. Yüz binlercesi bir kez daha duman olup gidiyordu.
Sayfa 69 - 12 Eylül 1980 sabahı
"Kooperatifimizde sana yağı, şeker ve meşrubatlar karne ile verilmez. Kooperatifimizde ayın 5'inde hesap kapatmayana, yeni hesap açılmaz. Yoğurt gelmiştir. Kilosu 37,50." Bu üç satırlık duyuruda "Ç, S, Ş" harflerinden tam sekiz tane vardı. Ve bu sekiz harfin stiliyle, ister inanın ister inanmayın, komünizm propagandası yapılmıştı. Sanık Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler bu harfleri orak çekiçe benzeterek propaganda yapmışlardı. Veresiye alışveriş edenlerin yazıldığı defterde de İsmail'in bu harfleri tıpkı afişteki gibi yazıyor olması , mahkemece önemsenmedi. Aşur salıverildi; İsmail hüküm giydi. Yattı, çıktı. Geride ne kooperatif, ne raflar kalmıştı.
Sayfa 48
..yıllardan beri savunduğumuz kadın-erkek eşitliği bizim ülkede işkencehanelerde sağlanıyor...
Sayfa 30
Kenan Evren'den...
...Bir atı, bir ay ahıra kapatırsanız, açtığınızda zaptedemezsiniz, gemi azıya alır, binicisini bile sürükler.
Sayfa 20 - Dost Kitapevi Yayınları
16 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.