Yağmur yağdığında nemli hava, kasabanın doğu ucundaki Nescafé fabrikasından yükselen nemli kahve çekirdeklerinin kokusuyla birlikte kasabamızın üstünü bir battaniye gibi örterdi. Kahveyi sevmezdim, ama o kokuyu severdim. Rahatlatıcıydı; bütün kasabayı ortak bir duyusal deneyimle birleştiriyordu; iyi bir iş kaynağıydı ve gürültüsüyle kulaklarımızı dolduran değirmen gibi, kasabamıza iş alanı sağlıyor ve canlılık getiriyordu. Burası insanların hayatlarını kazandığı, acı çektiği, küçük keyiflerin tadını çıkarttığı, beyzbol oynadığı, öldüğü, seviştiği, çocuk yaptığı, bahar akşamları sarhoş olana kadar içtiği ve bizi, evlerimizi, ailelerimizi ve kasabamızı mahvetmek isteyen şeytanlardan uzak durmak için herkesin elinden geleni yaptığı bir yerdi; bunu duyabilir, koklayabilirdiniz.
Biz burada, çan kulesinin gölgesinde, yaşanan her şeyin gerçek olduğu, her şeyin tuhaf biçimde Tanrı tarafından kutsandığı, kalpleri durduran, dudak uçuklatan, ırk ayaklanmaları yaratan, farklı insanlardan nefret eden, ruhları titreten, sevgi ve korku üreten, kalp kıran, New Jersey'nin Freehold kasabasında yaşıyorduk.
Hikâye başlasın.