Bir gün bir şarkıda aklına gelirim belki ama sadece aklına gelmek ne acı.
Bir koku ile hatırlarsın beni ve o koku yüzünden anılmak ne acı.
Gözlerine değen bir fotoğraf karesinde hissedersin özlediğini ve yine o fotoğraf yüzünden özleyeceğini bilmek ne acı.
Neden bütün bunlar acı geliyor biliyor musun?
Ne özlemesi, ne hatırlanması ne anılması gerekmeyen bir yerde yaşayamamak çok acı.
Tam da ruhunun tamamlayan kısmında, yanı başında, nefesinde bakışında, dokunuşunda olamamak ne acı.
Gözlerden dışarı sızdığın geceler ve günlerin sayısı azalmaya ne zaman geçer bilmiyorum.
Uzaklaştıkça yakınlaşıyorsun ruhuma.
Ne anlamsız...
Biliyorum. Sen de herkesin geldiği yollardan geleceksin bana.
Her kes gibi bazen tökezleyecek, sendeleyecek, yorulacak, vazgeçeceksin.
Geliyorsun. Bir yolcu beklemezken geliyorsun ruhumun mühürlü kapılarına.
Kapıyı aralasam içeri sızıvereceksin.
Ardına kadar açık bıraktığım kapılarımı, pencerelerimi sıkı sıkıya kapatalı çok zaman oldu.
İçeride eskimiş bir küf kokusu, saman sarısı günce sayfalarım var.
Kristal gibi kırıldı ruhum.
Tuzla buz olmak deyimine uygun kıymık kıymık saçıldım oraya buraya.
Derin yaralarım, sızım sızım sızlayan acının kör kuyuları var.
Sana doğru yola çıkan cümlelerim yok henüz.
Geçmişe dair sayfalar dolusu hislerim var hâlâ ve maalesef silinebilir değiller.
Sen öpsen de geçse olmaz mı?"
Her acımasız, bencil erkeğin başarısının ardında mutlaka kalbi kırık yaralı bir kadın vardır yahut her başarılı vicdansız kadının arkasında artık inanmaktan, güvenmekten, aşktan vazgeçmiş bir adam .
Şüphesiz her insan bir hikayedir. Yaşanan iyi ya da iyinin olmadığı o kara boşlukta ilerlerken, gri bulutlara, ayağımıza takılan, bizi tökezleten engellere, dik durmamızı zorlaştıran tüm fırtınalara rağmen yılmadan, hayatımızı renklendirmekten vazgeçmeden, insanlığımızı değiştirmeden, başkalaşmadan, benzeme hevesi olmadan yaşayabiliyorsak, insan olmanın hakkını veriyoruz demektir.