Bir türkünün kanadında uçuyordum. Kimi kez alçalıyor, bazen yükseliyorduk. Bir an maviye bulanıyor, az sonra sapsarı bir ovayı okşarcasına geçiyorduk.
Türküyle birlikte yolculuk da bitti.
Beni kanatlarında uçuran, kavgaya hazır, barışa yatkın, sevdanın sözcüsü çekip gitti; ben orada kaldım. O ağaçsız, yayvan, yumru tepede.
Yorgunluğun sersemliği geçmemişti.
Kara taşların birine oturdum; tepenin eteklerinden başlayan küçük düzlüğe baktım. Sarı bir mendile benziyordu. Düzlüğün bitiminde paslı bir fotoğraf netsizliğiyle beliren köy, tarih öncesinden kalma taş yığınlarını düşündürüyordu.
Dışarıda gürül gürül bir dünya vardı; uğultusunu duyardım. Bahar alıp başını çoktan gitmiş olurdu; kokusundan bilirdim. Gençtim, özlemliydim, sevdalıydım belki. Yine de oradaydım.