Cihad Sahasında Bediüzzaman

Mehmed Kırkıncı

Cihad Sahasında Bediüzzaman Gönderileri

Cihad Sahasında Bediüzzaman kitaplarını, Cihad Sahasında Bediüzzaman sözleri ve alıntılarını, Cihad Sahasında Bediüzzaman yazarlarını, Cihad Sahasında Bediüzzaman yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Yunan medeniyetine gelince, o akla ve fikre fevkalade itibar eden bir medeniyet idi. Herkes bir derece mütefekkir ve edipti. Biz bugün 20. Asırda, başörtülü kızlarımızı üniversite kapılarından geri çevireduralım, Eflatun Milâttan dört asır önce, akademisinin kapısına "Matematik bilmeyen buraya giremez" levhasını asmıştı. Akla ve hakikate o kadar itibar edilmekteydi. Nihayet, Epikür çıktı. Şehevî arzuları tervic ederek gençliği dejenere etti. Artık, millet süflî arzuların zevk ve neşesiyle sarhoş oldu. İdareyi elinde tutan bir takım cahil ve ehliyetsiz kimseler fikir ve ilim erbabını zindanlara tıktı, zehirledi, vatanlarından sürdürdüler. Sefahat, medeniyet diye takdim edildi. Kuvve-i şeheviye kuvve-i akliyeyi esir etti ve ahlâkı çökerti. Şeytanları dahi şaşırtan cinayetler sergilediler. İnsaniyetperver, faziletli ve âlicenap vicdanlara kilit vurdular.
Öyle de şu hiç ender hiç olan kardeşinize yalnız hizmet-i Kur'an'a istihdamı hengâminda ve o hazine-i binihayenin dellâlı olduğu bir vakitte ism-i Rahîm ve ism-i Hakîm mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir."49 Bir Nur talebesi de Risale-i Nur'u derinden derine tedkik edip, onunla şuurlandığı takdirde, bu mevcudatin ne manâ ifade ettiğini ve kendisinin bu dünyadaki vazifesinin ne olduğunu düşünmekle Hakîm ismine mazhariyet şerefinden hissedar olur. Günah ve isyanla yaralanan kalplerin imdadına bir Hekîm-i Lokman gibi yetişmek ve onları şefkatle kucaklayıp, manevî yaralarını tedavi etmekle de Rahîm ismine mazhar olur. O artık ehl-i imanın derdiyle dertlenen bir dava adamıdır. İsm-i Rahîm'e mazhariyetin en geniş manası şefkattir.. Beşuşiyet ve tebessüm, müsamaha ve hoş görü, incitmemek, kırmamak, taltif ve müzaheret, tevazu ve mahviyet gibi sıfatlar, ism-i Rahîm'e mazhariyetin tezahürleridir.. Bu asırda herkes şefkate muhtaçtır, samimiyete hasrettir. Herkes, tebessüm eden bir sima, samimi bir teveccüh, kırmayan ve incitmeyen bir lisan, tatlı bir bakış aramaktadır. İsm-i Rahîm şifa hassası taşır. İsm-i Rahîm'e mazhariyet hastalıkların üzerine şefkat ile gitmeyi gerekli kılar. Şefkatli bir nazar ve mütebessim bir çehre, virane kalpleri çoğu kere tamir ve ihya eder. Şefkat ile şevkler uyanır. Muhabbetle kalpler rabtolur. Rikkatengiz bir kalb, şefkatli bir ruh, insanlar arasında ziya neşreden bir meşale gibidir.
Reklam
"(Ey müslümanlar!) Size ne oluyor da Allah yolunda, 'Ya Rabbena, bizi ahalisi zalim olan, şu memleketten çıkar ve tarafından bizi sever ve gözetir bir sahip ve veliyyülemir gönder ve yine tarafından bize bu zalimlere karşı yardım edecek bir mededkâr gönder' deyip duran zayıf ve biçare erkekler ve kadinlar ve çocukların kurtarılması için savaşa çıkmıyorsunuz?" (Nisa Suresi-75) Elmalılı Hamdi Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle buyuruyor: “Tecavüzî harb, ancak böyle Allah rizası için mazlumlani zalimlerin pençesinden kurtarmak ve halk üzerinde Allahu Tealâ'nın ahkâm-ı adl-ü rahmetini tatbik etmek için meşru olabilir. Yoksa zulüm ve istibdadı tamim etmek ve memleketler istilâ eylemek gibi mahz-ı tecavüz ve taadi için harp etmek aslâ meşru değildir"17. Malûm olduğu üzere, Peygamber Efendimiz (ASM) komşu devlet reislerine ve halkına İslâm'ı tebliğ etti. Hatta Suriye ve Mısır'da İslâm'ı kabul edenler oldu. Bunlar çoğalınca Bizanslılar müminlere eziyet etmeye ve onlara dinlerinden dönmeleri için baskı yapmaya başladılar. Peygamberimiz (ASM) müslümanlar üzerindeki bu baskıyı kaldırıp, onlara inanç hürriyetini götürmek için Bizanslılar'a savaş açtı. Demek ki zahiren taarruz harbi görünen Mûte Savaşı Suriye'deki müslümanların hukukunu müdafaadan başka birşey değildir. Peygamber Efendimiz (ASM) Bizanslılar'la Hristiyan oldukları için değil, müslümanlara hakkı hayat tanımayıp, onlara tecavüz ettikleri için muharebe etmiştir.
Zira sulh ve istikrar kuvvete bağlıdır. Kuvvet ise ilme, tekniğe, ve servete dayanir. Sulh içerisinde yaşamak isteyen bir millet her zaman vatanını müdafaa edebilecek kuvvete sahip olmalıdır. Buna binaen kuvvet mefhumunun şümulüne girebilen herşeyi hazırlayarak sulhu temin etmek de bir cihaddır. Çünkü insan, yaratılış gayesi olan ubudiyeti ancak, sulh ve asayiş dairesinde yapabilir.
Silahlı Cihadın Merkezi Devlet
Cihad mefhumu çok yönlü ve şümullüdür. Nefisle cihad, şeytanla cihad, harice karşı cihad gibi kısımları vardır. Fakat, mutlak olarak, cihad denilince haricî düşmanlara karşı muharebe etmek akla gelir. Bu cihad devletin vazifesidir. Devletin mütecaviz düşmanları sindirmeye yahut mağlup etmeye kâfi gelecek askerî gücü bulunması halinde, cihad farz-ı kif edir. Yani askerlerin harp etmesiyle diğer fertlerden cihadın farziyeti düşer. Devlet kuvvetleri düşmanı mağlup etmeye kâfi gelmediği ve vatanın istilâ edilme tehlikesi baş gösterdiği takdirde cihad, yediden yetmişe her müslümana farz-i ayn olur. Artık bütün vatandaşlar asker hükmüne geçerler; memleketin müdafaasi, din ve namusun, şeref ve haysiyetin muhafazası için savaşırlar.
Nefis, ancak muhalefet kılıcıyla öldürülür.
Reklam
12 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.