Feminist okurlar benim “insan ırkı”nın her zaman savaştığı fikrime çoktan karşı çıkmış olabilirler. Gerçekte insan ırkının sadece yarısı savaştı çünkü savaş neredeyse her zaman sadece erkeklerin dahil olduğu bir süreç oldu. Hatta erkekler kadınlara karşı da hep bir savaş içinde oldu. Son birkaç binyılın tarihi, bitmek tükenmek bilmeyen bir savaşlar dizisi olduğu kadar, erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddetin ve baskının da hikâyesi.
Konuşarak ve yazarak başkalarıyla iletişime geçebiliyor ve beş duyumuzla etrafımızda olanları algılayabiliyoruz, ancak özümüzde yalnızız. Başkaları tarafından asla tam olarak anlaşılamayacak ya da bilinemeyecek bir iç dünyamız, asla paylaşamayacağımız düşünce ve hislerimiz var.
Uzaklara, insanlar ve kasabalardan çok uzaklara,
Balta girmemiş ormanlara ve ormansız tepelere,
Ruhun, müziğin sesini bastırmak zorunda kalmadığı o yere.
Girit sanatı, cinsel simgelerle doluydu. Hawkes’a göre, dünyanın bereketini ve doğanın üretkenliğini kutlamak için her bahar mevsiminde seks merasimleri düzenleniyordu.
Amerikan yerlilerinin kısmen Fransız Devrimi’ nden de sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Fransız devrimciler Amerika’nın demokratik ilkelerinden ilham almıştı. Örneğin Jean Jacques Rousseau -Fransız devrimcileri büyük oranda etkileyen- Toplumsal Sözleşme adlı kitabını Amerika ve güney Pasifik yerlileri hakkında yazılan raporlardan isimlere kaleme almıştı