“Herkesin kesin başına geldiği gibi insan, hiçbir şey elde edemediğini düşündüğü hüzünlü anlar yaşardı; bu anlarda hiçbir yere varamadığını, yalnızca başlangıçtan itibaren iyi biteceği belli olan davaların mutlu sonuca ulaştığını ve bunun için dış yardıma gerek bile olmadığını geride kalan tüm davaların ise yapılan her şeye tüm çabalara ve belli bir zevk veren tüm küçük başarılara karşın başarısızlığa uğradığını düşünürdü. Bu durumda artık hiçbir şeye güvenemeyeceğini hisseder ve bazı sorulara cevap vermek zorunda kalsa, yolunda giden davaların sırf dışarıdan müdahale edildiği için rayından çıktığını inkar edemezdi. Bu da bir tür özgüvendi ama geriye kalan tek şey buydu.”
“. Ona, tanıdığı biri değilmiş gibi ifadesiz bir yüzle baktı. Ne düş kırıklığına uğradığını ne de bu düş kırıklığını kolayca atlatabileceğini belli etmek istiyordu.”
“ Herhalde bunlar, yasa kitapları ve insanın yalnız suçsuz yere değil, fakat aynı zamanda hiçbir şey bilmeksizin hüküm giymesi de bu yargılama türünün özelliklerinden”.
“Benim başıma gelenler görülmemiş şeyler. Üzerinde çok fazla durmadığım için de pek önemli olmayabilirler, ne var ki bunlar başkalarına da nasıl davranıldığını belli ediyor. Ben burada kendim için değil, onlar için konuşuyorum.”
“Bana duvar boyacısı olup olmadığımı sordunuz, Sayın Sorgu Yargıcı’’ dedi. “Daha doğrusu, hiçbir şey sormadınız, saptamanızı mutlak bir doğru gibi önüme sürdünüz. Bu da davanın nasıl aleyhime çevrildiğinin bir göstergesi. Hem bunun bir dava olmadığını söyleyerek bana karşı da çıkabilirsiniz. Bu durumda size gönülden hak veririm. Çünkü prosedür ben kabullenirsem bir dava haline gelir. Şimdilik bir acıma duygusuyla buna razıyım. İnsan, acıma duygusuyla bunları dikkate alabilir. Bunun önemsiz bir dava olduğunu söyleyecek değilim, ancak bu niteleme üzerinde düşünmenizi önermek isterim.’’