Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Derinlikler Vadisi

Friedrich Dürrenmatt

Derinlikler Vadisi Gönderileri

Derinlikler Vadisi kitaplarını, Derinlikler Vadisi sözleri ve alıntılarını, Derinlikler Vadisi yazarlarını, Derinlikler Vadisi yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Peki şimdi, sefalet içine düştüklerinde onlara nasıl davranılıyordu? En adi fahişeler gibi. Rusları saklayan vatan hainleri gibi. Or­duyla gelmişlerdi, orduyla: Kanton Hükümeti Başkanı köyde komutan sıfatıyla bir Gessler gibi dolaşmış ve evle­rini aratmıştı, ülkenin geri kalanı gibi televizyon da seyre­ demiyorlardı. Fakat bu onlara müstahaktı, kendilerini sa­vunmamışlar ve Kanton Hükümeti Başkanı'na kötek at­mamışlardı. Utanıyorlardı, utanç öfkeye, öfke de gurura yol açtı. Kendilerini bir bütün, bir halk, bir halkın da öte­sinde, kadim bir halk olarak hissediyorlardı. Derinlikler Vadisi onlarındı, burada emirleri onlar verirdi, yüzyıllar­dan, binyıllardan beri hep aynı kalmışlardı, dünyanın başlangıcından beri, kanton başkentindekiler gibi yumu­şamamışlardı.
Kadın ona baktı. Bakışı sert ve alaycı, zalim ve acımasızdı. Melker, niyetini kadı­nın bildiğini biliyordu.
Reklam
İkinci bir defa daha oyuna gelmeyecekti. Yo­lunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne gibi bir tartışma ol­muştu? Eski Federal Bakan, Muhtar'ı Derinlikler Vadi­si'nden getirtti ve yol masrafını da ödedi.
Öteki sendikalar birleşmemiş olsalardı, sahipleri Yok­sulluk Evi'nde zenginliğin meşakkatlerini üzerinderı atan zenginlerin villalarını soymak, bu yaz sendika için müthiş bir fırsat olacaktı.
Köy sakinleri, ordunun harekete geçmesi yüzünden, kendilerini aşağılanmış hissettiler.
''Derinlikler Vadisi'nde yolunu kaybetmişti '' dedi Muhtar. ''Tıpkı benim gibi'' dedi Fronten. ''Ben de Derinlikler Vadisi'nde yolumu kaybettim. Bu ülkede insana başka ne kalıyor ki Muhtar, yolunu kaybetmekten başka?''
Reklam
Okul binasından bir oku­ma sesi yükseliyordu: ''Beni burada bırakın, sadık yol ar­kadaşlarım! Beni yalnız bırakın kayalıklarda, bataklıklar­da ve yosunlarda! Siz devam edin! Dünyanın kapıları size açıktır, dünya geniştir, gökyüzü yüce ve büyüktür; incele­yin, araştırın, ayrıntıları toplayın, doğanın sırrını hecele­yin." Adolf Fronten'di bu, okuldaki öğretmen. Kanton başkentinden gelmiş ve köyde kalmıştı.
Kur­banlarının göğsüne de bir pusula iliştiriyor, bu pusulada onları neden öldürdüğü okunabiliyordu: zina işleyen, an­nesine karşı hürmetsiz, ateist, pinti, sübyancı, vs.
Derinlikler Vadisi, henüz televizyon yayınlarını çekmiyordu; yalnızca kış fırtınalarının uğultu­su, ardından başlayan kar yağışı, onu izleyen gecelerin ses­sizliği, sonra yine kar yağışı, yine ölümcül bir sessizlik. Perdeleri kapalı pencerelerin ardında kağıt oynanıyor, içki, sigara içiliyor, haince ve sinsice vakit öldürülüyordu.
Yoksulluğun simgesi olarak, bir fakirin sofra­sında şarap yerine su bulunurdu. Milyonerler ve milyoner­lerin dulları, yoksul yaşamaya yönelik gerçek bir tutkuya kapıldılar; genel direktörler yatakları yapıyor, özel banka­cılar ortalığı elektrik süpürgesiyle süpürüyor, büyük sana­yiciler yemek salonunda sofrayı hazırlıyor, üst düzey yöne­ticiler patates soyuyor, multimilyonerlerin dulları yemek pişiriyor ve bulaşıkları yıkıyor, petrol şeyhleri ve tanker devleri çimleri biçiyor, otları ayıklıyor, toprağı belliyor, tes­tere, çekiç, rende kullanıyor, boya yapıyor ve bunun karşı­lığında da muazzam paralar ödüyorlardı. Hiç sorun çık­mıyor değildi, çünkü normalde köylülerin gördüğü hiz­metleri şimdi konuklar yerine getiriyordu, bu sırada gü­lümsüyor, gülüyor, kendi kendine şarkılar söylüyor, se­ vinçle haykırıyor, höykürüyor ve kıkırdıyorlardı; bu bir fe­laketti, halbuki kaplıca ve köy ekonomik bir bütünlük oluşturmuştu.
Reklam
Niyeti, alnına yazılmış olandan, yani zengin olmaktan hileyle kurtulmaktı. İsa sınamıştı onu, çünkü yalnızca şey­tan değil, bu dünyada paçavralar içinde dolaşan İsa da sı­nardı insanları; işte bu yüzden dua eder Hıristiyanlık, bizi sınama diye!
Nasıl da seve seve yoksul olurdu, nasıl da İsa'nın kendisinden istediği gibi varını yoğunu satıp yoksullara verirdi, ama ne geçerdi ki eline? Zenginlik yoksulların elinde anlamsızca eriyip gider ve yeniden yoksul düşerlerdi.
Bu yüzle her şey zıtlık oluşturuyordu, adamın gencecik el­leri, zayıf bedeninin kayganlığı, yoo hayır; kadının zayıf bedeni, çünkü Melker'in birdenbire fark ettiği gibi, deri kanepede oturan, bir kadındı. Yüzü de çok yaşlı değildi, yaşlanmayan bir güzellikteydi.
Melker, Grien'deki cesede uzun süre bakmıştı. Grienwil köyünün çanları çalmaya başlamıştı, sonra Matten'ınkiler, biraz. daha sonra da Bubendorf'unkiler. Bubendorf zaten hep daha sonra gelirdi. Şimdi artık Niederalmen'in çanları da duyuluyordu. Bir cenaze töreni gibiydi.
41 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.