“Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olur da onu bir başkası da sever, sevebilir?”
"Sana kitaplarını yollayayım mı?" diye soruyorsun. Canım (arkadaşım), Tanrı aşkına rica ediyorum senden, uzak tut benden onları!
Artık yönlendirilmek, motive edilmek, teşvik edilmek istemiyorum, yeterince kendiliğinden coşuyor zaten bu kalbim; benim ninniye ihtiyacım var, ve onu Homer'de yeterince buluyorum. Ne kadar sıklıkla sukunete erdiriyorum kızgın kalbimi, çünkü kalbim kadar değişken, sabitesiz başka birşey göremezsin. Canım benim! Sana bunları anlatmama gerek var mı, ki kaç kez benim kederden coşkunluğa ve tatlı melankoliden kokuşmuş tutkulara geçiş yaptığımı görmenin yükünü taşıdın? Ve ben aynı zamanda, kalbime hasta bir çocuk muamelesi yapıyorum; her isteği kabul ediliyor. Bunu kimseye iletme; öyle kişiler var ki, bundan dolayı beni ayıplarlar (kınarlar).
Hiçbir an yoktur ki seni ve etrafındakileri tüketiyor olmasın, hiçbir an yoktur ki, onda sen bir yokedici olmayasın, olmak zorunda olmayasın; en masum gezinti binlerce zavallı kurdun canına malolur, bir adım zahmetle inşa edilmiş karınca yuvasının temellerini sallar ve küçük bir dünyayı yerle bir ederek lanetli bir kabre çevirir. Ha! Dünyanın büyük, ender felaketleri, şu köylerinizi alıp götüren seller, şehirlerinizi yutan depremler değildir bana dokunan; kalbimi delen, tüm doğanın içinde yatan, kişinin kendi kendini ve komşunun komşusunu yok ettiğinden başkasını var etmeyen güçtür. Bundan dolayı sendeliyorum ürkmüş vaziyette. Yer ve gök ve bunların dokuyan ağları etrafımda; ebeden yutan, ebeden geviş getiren bir canavardan başka birşey görmüyorum.
Perdeyi aralayıp arkasına geçmek! hepsi bu! Ama neden bu çekingenlik ve vazgeçiş? Çünkü ardında ne olduğunu bilmemek mi? ve sonra dönmemek mi? Ve aslında ruhumuzun özelliği olması, hakkında belirli birşey bilmediğimiz şeyler için afallama ve karanlık tahmin etmek.