Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin Sünnet'i İslam Dini'nin iki temel kaynağını teşkil eder. Delilini bu iki kaynaktan almayan her düşünce ve tavır, hareket ve davranış, tartışmaya, kabul veya redde açıktır. Kaynağını Kur'an ve Sünnet'ten alan konular bilimsel olarak müzakere ve münakaşa edilebilir, değişik yorumlar ortaya konulabilir, uygulama ile
Hikmeti 'mü'minin yitiği' şeklinde tanımlayan dini anlayışın sonucu olarak bilgelik eseri olan tüm şeyler müslümanlarca sahiplenilmesi gereken yüksek evrensel değerler olarak telakki edilmiştir. Dolayısıyla bir hikmetli söz, fikir veya eylem vahyedilmiş bilginin daha iyi anlaşılmasını mümkün kılıyor, akla yeni bir açılım kazandırıyor ve pratik hayatımız açısından anlam taşıyorsa ifadesini hangi kültür veya medeniyet havzasında bulmuş olursa olsun kaynağına bakılmaksızın sahiplenilmesi öngörülmüştür. Çünkü hikmet zaten Müslümanın kaybettiği öz malıdır ve yeniden sahiplenmesi dini bir değer taşır. Böyle olunca Taocu bir Çinli bilgenin, bir Kızılderili şefinin, bir antik çağ filozofunun, bir ortaçağ metafizikçisinin, ünlü bir Avrupalı mistiğin, genel inanç ve fikir profiline katılmasak bile post modern bir düşünür veya bir modern şairin dile getirdiği bilgelikler, evrensel hikmet hazinesine aittir.
Varlık en külli kavram olduğu ve bakış açısı da bu külliliği kolladığı için metafizik de külli bilimdir. Metafizik dışındaki bilimler yine var olanı inceler; ancak bir tür varlığı ve belli bir açıdan ele aldıkları için varlığın bir 'cüz' 'tiyle, bir parçasıyla meşguldürler. Bu yüzden söz konusu bilimlere cüz'i bilimler (İng. Special sciences) denmektedir.
Eleştiriye karşı yaptırım uygulayıp ona hayat hakkı tanımamak, düşüncenin kısırlaşmasına sebep olur. Düşünme yasaklarını kendilerine rehber edinenler totem ve tabular inşa ederek gelişmenin alanını daraltarak mutluluğun varlık bulmasına engel olurlar.
Din ile bilim, akıl ile inanç, savaşmaktan ancak tefekkür aleminde kurtulurlar. Zira çatışma ve çelişkileri çözen şey düşüncedir. Kalıplaşma, kutsallaştırma ve ikonlaştırmayı sadece düşünce bertaraf eder. Tefekkürdür ki, cemiyeti taklitten kurtarır.
Modernliğin varlık ve değer birliğinin zemini olan "tanrı'yı tatile göndermesi" ve dolayısıyla hakikatte oluşan dağılma, parçalanmış bir benlik anlayışına sebep olmuştur. Ontolojik bakımdan değeri içermeyen bir varlık anlayışı insanın düşünen yönüne tekabül edeceği için değer boyutu korelatını bulamayacaktır. Kişiliğin odaklanacağı bir
Gazâlî her sınıfa, her gruba hitap etmeyi başardığı gibi, hiçbir düşünceyi okumaktan, o düşüncelerin doğurduğu zor sorunlarla mücadele etmekten de kaçınmamıştır.
Yani sanat, sanat olduğunun sürekli bilincinde olmuş, asla dinin yerini almaya veya onun karşısına bir muhalefet unsuru gibi dikilmeye yeltenmemiştir. Kaldı ki, İslam'da dini-dünyevi ayrımının bulunmaması onun ayırt edici bir özelliğidir.
Bu bağlamda İslam estetiğini metafizikle ilgisini asla kesmeyen bir estetik olarak görmek