... 1914 yılından önce yeryüzü tüm insanlığa aitti. Herkes istediği yere gidebiliyor ve istediği kadar uzun kalabiliyordu. İzin verme yoktu, kabul etme yoktu...
"Satın alabileceğimiz biz huzur yoktu; nerede olursak olalım, kaderin eline oyuncak olmaktan kurtulamıyor, bitip tükenmek bilmeyen oyunun içine çekiliyorduk."
“Bu insanlar bizlerin katılmadığı, ayrıntılarını öğrenemediğimiz, ancak benim ve Avrupa’da yaşayan her insanın hayatını ilgilendiren kararlar alıyordu. Kaderim benim değil, onların elindeydi. İsterlerse biz güçsüzleri yıkıyor, isterlerse koruyorlardı, isterlerse özgür bırakıyor, isterlerse tutsak ediyorlardı, milyonlarca insan adına savaşa ya da barışa karar veriyorlardı. Ölmesine ya da yaşamasına, en özeline ve geleceğine, beyninde oluşmuş düşüncelerine ve hiç oluşmamış planlarına, uyanık kalmasına ya da uykusuna, arzularına, sahip olduklarına ve tüm varlığına karar verilen tüm diğer insanlar gibi ben de, bir sinek gibi savunmasız, bir salyangoz gibi güçsüz bir şekilde odamda oturuyordum.”
“İnsan kaslarını ihmal ederse bunu yıllar sonra telafi edebilir, düşüncedeki gelişim, yüreğin yakalama gücü ise ancak gelişme çağında mümkündür ve yüreğini erken yaşta olabildiğince açabilen kişi, sonraki yıllarda tüm dünyayı içine sığdırabilir.”
“Her yabancı dil, kendine has anlatım biçimi nedeniyle çeviriye karşı koyar, ifade gücü ister ve bu güç, aramadan, mücadele etmeden ortaya çıkarılamaz. Yabancı dildeki bu özellikleri ortaya çıkarıp aynı tatta anadilde vermek, çok zevk aldığım bir sanat haline gelmişti. Çünkü sessiz ve aslında nankör olan bu iş, sabır ve direnç gerektiriyordu; lisedeyken her şeyi hafife almam ve pervasızlığım nedeniyle önemsemediğim bu erdemler çok hoşuma gitmeye başlamıştı çünkü yüce bir sanatı aktarmak olan bu mütevazı iş sayesinde ilk kez anlamlı bir şey yaptığıma ve varlığımın bir işe yaradığına inanıyordum.”