Görünmez bir peri kervanı gibi, bize bazan fena neşeler, sevinçli matemler, bazan hayırlı kederler, gamli saadetler bırakarak, üstümüzden geçip giden senelerin eli, yalnız saçlarımızı ağartır, yalnız çehre- mizi değiştirir, sanırsınız. Hayır! Hislerimiz, fikirlerimiz, itikatlarımız, muhabbetlerimiz de eski halinde kalmaz. Değişir... Hem o kadar değişir ki, ilk saf şekillerinin tamamıyle ziddi bir kıyafete girer. Filozofun «Hayat nihayetsiz bir tahavvülüdür.» sözü, ne soğuk bir hakikattir! Ben, değişen maddi, manevi mefhumlar içinde en ziyade "darbımesel" namını verdiğimiz atasözlerine acırım! Mesela "evdeki pazarın çarşıya değil hatta sokak kapısının önündeki ayak satıcısına bile uymadığını" öğreniriz. Atasözlerinden sonra, değişen şeyler arasında en acıdığım "müşterek hikmetler, umumi hükümlerdir."
Efruz Bey bu ameli felsefeye hayran kaldı. Müdür pisliğin faydasını da anlatıyordu. Hıfzıssıhha kendimizi soğuktan, sıcaktan muhafaza değil, belki bu soğuğa, sıcağa alıştırmaktı. Bugün hastalıkların esası mikroptu, hastalıklardan korunmak için mikroplardan kaçmak değil, onlara alışmak, onlarla anlaşmak icabediyordu. Pislik tabiatta vardı. Temizlik bid'atti, zaafti. Medeniyet icabı bir şeydi. Bütün hastalıklar medeniyetle, yani temizlikle başlamıştı. Temizlik ne olduğunu bilmeyen iptidai insanlar, bugünkü vahşiler niçin hastalanmıyorlardı? Çünkü mikroplarla, yani pislikle ünsiyet peyda etmişlerdi.
İki gönül bir olunca samanlık nasıl seyran olursa, okuyan için de kitapları elde ettikten sonra kendi evi, kendi odası Haydelberg, Oxford, Sorbonne olurdu.