Ömer Seyfettin, Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hareketinden sonra gelişen yazınımızın, biçim olarak Batı'dan birçok yenilik aldığı halde; dil, düşünce, yani içerik bakımından bütünüyle bizim olmadığını pek genç yaşta sezinlemişti. Bu noktadan çıkış yaparak bir yazın bilinçli bir atılıma girişti. Ulusçuluğu ilke edindi; dilde ve düşüncede geleneklerimize dönük yaratmanın gerekliliğini savundu. Bunu yalnız bir kuram olarak ortaya atmakla yetinmedi, verdiği yapıtlarla bu savını kanıtlama yolunu tuttu. Yaşasaydı, kendi başlattığı dil devriminin güzel Türkçemize kazandırdığı gelişim doruğunu görmek, çağdaş öykücülüğümüzün ulaştığı aşamayı bilmek onu, kim bilir ne engin bir mutluluğa boğacaktı.
Efruz Bey bu ameli felsefeye hayran kaldı. Müdür pisliğin faydasını da anlatıyordu. Hıfzıssıhha kendimizi soğuktan, sıcaktan muhafaza değil, belki bu soğuğa, sıcağa alıştırmaktı. Bugün hastalıkların esası mikroptu, hastalıklardan korunmak için mikroplardan kaçmak değil, onlara alışmak, onlarla anlaşmak icabediyordu. Pislik tabiatta vardı. Temizlik bid'atti, zaafti. Medeniyet icabı bir şeydi. Bütün hastalıklar medeniyetle, yani temizlikle başlamıştı. Temizlik ne olduğunu bilmeyen iptidai insanlar, bugünkü vahşiler niçin hastalanmıyorlardı? Çünkü mikroplarla, yani pislikle ünsiyet peyda etmişlerdi.