Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu

İlber Ortaylı

Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Gönderileri

Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu kitaplarını, Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu sözleri ve alıntılarını, Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu yazarlarını, Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hatta Osman Bey bizzat bazı kroniklere göre, Hammer'in de naklettiği bir kroniğe göre amcasıyla sava­şıyor. Onu da öldürüyor. Buna mukabil kimlerle anlaşıyor. Bir sürü Rumlarla, Samsa Çavuş, Bizans tekfurlarıyla Mihailoğullarıyla, Evrenus Bey'le vs.
128 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
İlber Ortaylı
İlber Ortaylı
Osmanlı Devletinin kuruluşu hakkında efsaneler ve gerçeklerin irdelendiği bir sempozyumun kitap baskısı bu eser. Konuşmacılar klasik dönem Osmanlı tarihi konusunda önemli çalışmalarda bulunmuş olan tarihçilerden oluşuyor. Ve Osmanlı Devletinin kuruluşu ve devamındaki sürecin bir değerlendirmesini yapıyorlar. Osmanlı tarihi kaynaklarını, çalışma yöntemini, anlatıların ne kadar sahih olduklarını bilgi süzgeçlerinden çok kıymetli bakış açılarıyla geçiriyorlar. Küçük bir hacme sahip olmasına rağmen, kısa, öz fakat bir o kadar da önemli konulara parmak basması hasebiyle ufuk açıcı bir eser. Sadece Osmanlı tarihi açısından değil tarih yazımı açısından da önemli tahliller barındırıyor. Klasik dönem Osmanlı tarihi meraklılarının bilhassa okuması gereken bir kitap.
Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
Efsaneler ve Gerçekler; Osmanlı Devleti'nin Kuruluşuİlber Ortaylı · İmge Kitabevi · 202093 okunma
Reklam
Nereden nereye...
Mesela şu anda bence yeterince vurgulanmadı; diyelim Cengiziye geleneği. Hani belki hatırlı­yorsunuz, İbn-i Battuta, Orhan Gazi’yi ziyaret etmiş, çok şaş­mış. Orhan Gazi o sırada yokmuş, bunun yerine işte hanımla­rından biri misafir ağırlamış. İbn-i Battuta bunu çok garip bulduğu için kaydetmiş. Bu olay tamam diyelim bu 14. yüzyılın başında; ama 15. yüzyılın başında Timur, bir İspanyol elçisi Ti­mur’un yanına gider ve orada Timur'un hanımları şölenlere katılıyorlarmış; hatta yabancı misafire içki ikram eden başhatun oluyormuş, kendisi de alıyormuş; ondan sonra büyük bir şeref olarak elçiye de sunuyormuş. Bunlar tabii çoktandır Müslü­man; yani Timurlular. Oysa bu Moğollar'dan gelen bir gelenek­tir ve çok uzun bir süre boyunca devam etmiştir.
Sonra Sn. İrene Beldicianu Bursa üzerinde çalışırken tesadüfen bir defterde buna rastladığını söyledi ve bana fotokopisini gön­derme nezaketini gösterdi. Bursa'nın erken döneme ait bir tah­rir defterinin başında bu metin bulunuyor. Burada Geyikli Ba­ba’nın dervişleri ile beraber Kızıl Kiliseyi fethinden sonra, baba meyhordur diye Orhan Gazi'nin ona 2 yük şarap, 2 yük rakı gönderdiğini söylüyor. Ben bu belgeyi bir kitabımda kullan­dım. Bir kısım meslektaştan şiddetli itirazlar aldım, "Sen ne yapmak istiyorsun, bu mübarek dervişlere rakı, şarap içirmek suretiyle nereye varmak istiyorsun" gibi birtakım tepkiler geldi, ama realite budur. -Ahmet Yaşar Ocak
Öyle derviş sülaleleri vardır ki Anadolu'da, Osmanlı hanedanından daha eskidir. Bu da onlardan bir tanesi; Baba İlyas'ın soyundan geliyor. Aşıkpaşazade belki vaktiyle Anadolu Selçuklu Devletine karşı isyan etmiş bir zümrenin li­derliğini yapmış bir kişinin soyundan gelmiş olmanın verdiği bir aşağılık kompleksini örtebilmek için kroniğinde hem son derece devlet yanlısı bir tavrı ortaya koyar, hem de dervişlerin rolünü fazlaca mübalağa eder.
Cengiz Han zama­nında kurulmuş olan ve bütünüyle 150 yıl yaşamış imparator­luk devrinde oluşturulan eğilim ve politikalar Osmanlılarda ya­ şamaya devam etmiştir. Bunun en güzel örneği damga vergisi­dir. Damga, mühürdür. Yapılan alışveriş çerçevesinde basılan mühürdür. Moğollar devrinde tamğa denilen damga ticaret üzerinden devlete verilen vergidir. Hâlâ bugün damga pulu adıyla vergi veriyoruz ve bu 13. yüzyılda kurumlaşmış olan bir vergidir.
Reklam
Yalnız yanılmayalım; o zamanki adalet anlayışı bugünkü adalet anlayışından çok farklıdır. Bugünkü adalet anlayışı, eşit bir vatandaşlık fikrine dayanır. Halbuki o zamanın adalet anlayışına göre toplum belli kastlardan oluşmuştur. Herkes olduğu yerde kalsın, iyi yesin, iyi içsin, zengin olsun, fakat herkes olduğu yerde dursun anlayışı hakimdir. Bu bir kast adaletidir. Bir ortaçağ adaletidir. Onun için Osmanlılarda her şey adalete dayanıyordu, adalet mülkün temeli gibi açıklamalar Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamamızda bugün bize çok yardıma olmaz. Bir kavram karışıklığı yaratır.
Nizam-ı Alem böyle bir şey. Değişmez bir evren, değişmez bir dünya düzeni algılaması ve bu değişmez dünya düzeninin algılaması da şöyle oturtuluyor. Bunu belirleyen Tanrı'dır. Ama Tanrı birazcık da Hıristiyani bir şekilde absenteist bir Tanrı'dır, yani yeryüzünün işlerine müdahale etmez. Onun için kâhyası vardır ve bu kâhya kavramı da Mezopotamya kökenlidir veya Mısır kökenlidir. Tarım imparatorluğu kökenlidir. Bu da Zilullah-ı fiil-alem olarak Tanrının yeryüzündeki gölgesi olan padişah biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Alpleri Hanibal'in fillerle aşması çok eğlenceli bir olaydır da, siz onu fillere ve askerlerine sorun.
Türkiye tarihinde, bunun münakaşası hep yapılıyor, "matbaa niye gelmedi" diye... Matbaa gelmedi, çünkü insanlar ihtiyaç hissetmedi. Bu kadar açık. Matbaanın geldiği tarihte en çok okunan kitabın bugün kütüphanelerdeki saklanmış ve saklanabilecek, saklanması ihtimal dahilinde olan nüshalarına bakıyorsun, 100-150'yi geçmiyor. Yani 100-150 tane kitap basılmaz hiçbir matbaada. Böyle bir iş için matbaa getirilmez. Herkesin malûmu bu.
57 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.