Fahim Bey ve Biz sözleri ve alıntılarını, Fahim Bey ve Biz kitap alıntılarını, Fahim Bey ve Biz en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hepimizin talih ve talihsizlik dediğimiz şeyler birbiriyle o kadar karışıktır ki bunları kendimiz bile birbirinden ayırt edemeyiz. Kader bize, aynı kayıtsız ellerle, yemekle zehri beraber verir. Bazan hayatımızda en büyük zarara girmemizle hayatımızı kurtarmamız aynı saate isabet eder. En mühim menfaatimizin bozulmasıyla yeise düşer: "Ne talihsizmişim!" diye söyleniriz. Lakin yarım saat geçmez, yanımızdakileri yaralayan ve öldüren bir kazadan biz sağ ve salim kurtuluruz: "Ne talihim varmış!" deriz. Talih nedir, talihsizlik nedir? Pek de bilemeyiz.
Çoğumuzun ruhu hayat için kurduğumuz ümitlere bile yabancı kalıyor ve böylece, insan, denilebilir ki, kendi talihine de lakayt kalabiliyor. İnsanın kendi talihi de kendisine pek ehemmiyeti olmayan bir şey diye gözüküyor. Zira -her ne kadar garip olsa da- mahrum olmak muhtaç olmak değil ve mahzun olmak mesut olmamak değildir. Şüphe yok ki aydınlık veya karanlık zamanlarımız olabilir. Lakin neşemizin ve hüznümüzün mayası asıl vücudumuzun ve ruhumuzun bir usaresidir. Aynı şartlar içinde memnun veya mahzun olabiliyoruz. İnsanlar başlarına hariçten gelen felaketlerden ve saadetlerden ziyade bu halleri duyuş ve hazmediş kabiliyetleriyle, dünya ile ve kendi nefisleriyle mücadele tarzlarıyladır ki birbirlerinden ayrılırlar. Yani bunları yener, bahtiyar; yahut bunlara yenilir, bedbaht olurlar. Bazı tabiatların bedbahtlıkla, ve bazılarınınsa bahtiyarlıkla imtizaçları mümkün değildir. Bazılarının hayatında tesadüflerin bütün lezzetleri dinmeyen bir rahmet gibi yağsa onlar kendi kendilerinden intikam almaya başladılar mı, eyvah! Artık hayatın bütün nimetleri kendi duydukları tabii acıyı ve felaketi bir türlü söndüremeyecektir!
Hayatı ve dünyayı kendi iyiliğinize göre duyduğunuz için hep aldandınız mıydı? Aldanışınız kendinizi aldatmak mıydı, başkalarını mı aldatmaya yaradı? Sizi kendinize zengin bir iş sahibi farz ettiren hülyalarınızı, hayatınızı tedavi için, bir ilaç gibi mi aldınız, yoksa bunları hayat içinde kalp akçalar gibi mi harcadınız? Bütün ömrünüz ciddi ve masum bir bekleyişle mi geçti, bu intizarı siz hodgâmlığınızı örten bir perde gibi mi kullandınız? Varmak istediği diyarı gönlünde taşıyan bir sâirfilmenam gibi adeta haberiniz olmadan mı geziyor, uyuyor gibi mi yaşıyordunuz? Arzunuzla iradenizi telif edebilmiş ve azminizi arzularınıza göre tahrik edebilmiş miydiniz? Yoksa iradenizin emirlerini hareketlerinizde zahmetle mi tatbik ediyordunuz? Başkalarını düşünmekten kendinizi düşünemediniz miydi? Yoksa kendinizi düşünmekten başkalarını mı düşünemediniz miydi? Yabancıların gözlerini boyayan feragatiniz arkasında siz rahatına düşkün bir hodgâm mıydınız? İçinizde, hepimizde olduğu gibi yaşayan muhtelif şahsiyetleri telif edebilmiş miydiniz? Bunları kim bilir? Kim söyleyebilir? Hatta siz bilebilir misiniz? Kendimizi biz bilebilir miyiz? Bizim hakkımızda kendimizin mi, kimin şahadeti makbuldür, kimin şahadeti makul olabilir? Kim bilir, kim diyebilir ki kendi kendimiz hakkında ilmimiz nerde biter, cehlimiz nerde başlar? Ve başkalarının cehli nerde biter, ilmi nerde başlar.
İnsanların umduklarına uymayan hakikati kabul etmek istemeyerek kendilerini aldatabilmekteki kabiliyetlerinin bu hudutsuzluğunu görmek benim gücüme gidiyor, rikkatime dokunuyordu.
İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve amaçları kapalı birer dünyadır.
" Ekseriyetle, ilk gördüğümüz bir adamın veya bir şehrin, ilk duyduğumuz bir sözün veya bir sesin hayatımızda sonradan alacağı mevkii takdirle, bunlara lâyık oldukları ehemmiyeti veremeyiz.."
Eyvah! Zamanlar ne kadar çabuk geçiyor! Süratleri gittikçe artıyor. İnsanın yaşı ilerledikçe zamanı darlaşıyor. İşi ve parası çoğaldıkça zamanı azalıyor! Önümüzde kalan günler eksildikçe bunların kıymetini daha çok anlıyor, fakat ne yazık ki artık yaşamaya imkan bulamıyoruz. Hiçbir şey yapmaya vaktimiz kalmıyor. Geçen zamanın geçtiğini duymaya bile vaktimiz olmuyor. İnsan artık dostlarını birer nedamet gibi hatırlıyor. Mektup yazıyorlar, okumaya; nasihat veriyorlar, dinlemeye vakti olmuyor. İhanet görüyor, şikayete; sadakat görüyor, hayrete vakit bulamıyor. Eskiden hep nazla geçen mevsimler artık birer kasırga hızıyla savruluyor! Artık, seneler aylar gibi, haftalar günler gibi, saatler dakikalar gibi geçiyor! Zaman bir acele hastalığına tutulmuş da bizi iterek kovalar gibi koşuyor! En kısa bir lezzet için fırsat ve imkan kalmıyor.
Bütün gönüllerin başkalarına anlatılmaz bir ibham içinde yaşayan heveslerle, arzularla dolduğunu hep görmez miyiz? Parlamak ve sönmemek için vuzuhtan kaçınan, karanlığı ve ibhamı arayan emeller ve ümitlerle gönüllerimizin dolu bulunduğunu hep bilmez miyiz?
Kitapların iyileri ve ruhumuzda takdis ettiğimiz faziletler, bizi temas ettiğimiz insanlar hakkında daha müşkülpesent bırakıyor. İnsan artık vaktini yabancılara karşı müdafaa etmek sevdasına düşüyor.