Tarih anabilim dalı içerisinde eksik kalmış/bırakılmış olan kadının tarihini, Feminist tarih yazımı kapsamında felsefi, politik ve sosyolojik alanda yeniden düşünen Joan Wallach Scott'un yazdığı harika kitap.
Tarihi olay ve konu başlıklarında kadın, öznel değerlendirmeler ile o konuya dahil ediliyorken Scott buna karşı çıkarak kadın açısından
Bizler bu sürecin tarihini ancak "erkek"in ve "kadın"ın hem boş hem de kendi dışlarına taşan kategoriler olduğunu kabul edersek yazabiliriz.
Boşturlar; çünkü nihai, aşkın anlamları yoktur. Kendi dışlarına taşarlar; çünkü sabitmiş gibi göründüklerinde bile kendi içlerinde alternatif, reddedilmiş veya baskı altına alınmış tanımlar barındırırlar.
Toplumsal olanaklardan ya da kısıtlamalardan azade bir öznellik inşa edebilmek, toplumsal ve kişisel üst üste bindiği ve her ikisi de tarihsel değişkenlik gösterdiği için mümkün değildir.
Olanı anlatandan ziyade, anlatırken yeniden yaratan anlatı, kendinde bir olayı değil, anlatıcıyı, özneyi önceler. Öznenin aktarma, anlatma, hikayeleme biçimine de önem atfeder.
Fransız Devrimi’ndeki Jakoben egemenliği döneminde, Stalin’in otoriteyi ele geçirme mücadelesinde, Almanya’da Nazi politikalarının uygulanmaya konulmasında veya İran’da Ayetullah Humeyni’nin zaferi ile sonuçlanan süreçte yönetici elit hükmetmeyi, güçlülüğü, merkezi otoriteyi ve yönetici iktidarı eril olarak, dişili ise düşman, dışarıdaki, yıkıcı ve zayıf olarak meşrulaştırmaları gibi. Ayrıca bu kabullerini kadınlara hadlerini bildiren yasalarla (kadınların siyasi katılımının yasaklanması, kürtajın yasadışı ilan edilmesi ve annelerin ücretli işlerde çalıştırılmasının yasaklanması vb.) yazılı hale getirmeleri gibi.
Feminizm'in toplumsal cinsiyet terimine yönelişi siyasetten kesin bir kopuştu ve bu yöneliş kendi kimliğini kazanmasına neden oldu. Çünkü toplumsal cinsiyet doğrudan doğruya bir ideolojik amaç taşımayan nötr bir terimdir.
Kadın tarihçiler, kadınları tarihe yazarak ve kadının hakkı olan yeri almasını sağlayarak tarih disiplinini kökten değiştirebileceklerdir.
Daha önce tarihin görmezden geldiği kadınlar da tarih sahnesine kazandırılmalıydılar. Feminist tarihin asıl rolü, kadını özneler olarak üretmek değil, bu üretimin araç ve etkilerini araştırmaktır.
20. yüzyılın sonlarına doğru “kadınlar” teriminin beyaz, Batılı, heteroseksüel kadınları ifade ettiğini fark eden feministler, öz eleştiri yoluna giderek kadınların kendi aralarında da bir takım farklılıklara sahip olduklarını dile getirmeye başlamışlardır.