Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Film Yönetmek Üzerine

David Mamet

Film Yönetmek Üzerine Gönderileri

Film Yönetmek Üzerine kitaplarını, Film Yönetmek Üzerine sözleri ve alıntılarını, Film Yönetmek Üzerine yazarlarını, Film Yönetmek Üzerine yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Çizgi Film Öğretisi
Dumbo mükemmel bir film örneğidir. Dumbo'nun sorunu, büyük kulaklarıdır. Kulakları doğuştan kocamandır. Kulakları büyüdükçe, çevresindekiler onunla daha çok alay eder. Bu sorununa bir çare bulmak için çabalamayı öğrenmek zorundadır. Bu klasik mitte Dumbo yol boyunca, ona yardımcı olacak küçük dostlar edinir. Uçmayı öğrenir. O ana kadar hiç fark etmediği bu yeteneğini geliştirir ve kendisini tanımaya başlar. Arkadaşlarından hiç de aşağı kalır bir yanı olmadığını, onlardan belki daha üstün değil, ama farklı olduğunu anlar. Kendisi gibi olmalıdır. Bu gerçeği fark ettiği anda yolculuğu biter. Büyük kulak sorununu onları küçülterek değil, kendini keşfederek çözer ve öykü burada biter. Çizgi film izlemek yararlıdır; film yönetmek isteyenler için de sıradan filmleri izlemekten daha yararlıdır. Sanatçılar ne isterlerse onu yapmalarını mümkün kılan montaj kuramının farkına eski çizgi filmlerle vardılar. Çizgi filmlerde her şey hayal gücü üzerine kuruluydu; filmlerde gördüğümüz çekimler de, sanatçının hayalinde kurduğu çekimlerdir. Çizgi film izlerseniz, çekimleri nasıl seçmeniz, öyküyü görüntülerle nasıl anlatmanız ve kesmeleri nasıl yapmanız gerektiğine ilişkin pek çok şey öğrenebilirsiniz.
Kahramanın Yolculuğu
Bizim işimiz öyküyü ilginç kılmak değildir. Öykü, ancak serüven boyunca kahramanın gelişimi ile ilginç olabilir; çünkü bizim için ilginç olan bu süreçtir. Bizi koltuğumuzda tutan, kahramanın amacıdır. Aristoteles'in de 2000 yıl önce söylediği gibi, karakter aslında alışkanlık haline gelmiş davranıştan başka bir şey değildir. Karakter yoktur. "Karakter", nihai hedefine ulaşmaya çalışırken insanın gerçekten yaptıkları, sahnenin amacıdır. Gerisi hesaba katılmaz. Mesele, seyircinin kendisini "kahraman"la özdeşleştirmesini sağlayarak, neler olacağını merak ettirmektir. Öyküyü geliştiren, kahramanın ne istediği sorusudur. Kahraman ne istiyor? İstediğini elde etmek için ne yapıyor? Bunlar seyirciyi koltuğunda tutacak sorulardır. Kahraman istediğini elde edince sahne biter. Başta ortaya atılan sorunun çözümü, öykünün sonunu oluşturur. Kahraman bir şeylere ulaşmayı istediği sürece, izleyici de bir şeyler bekleyecektir. Kahraman ulaşmayı istediği şey için açıkça girişimlerde bulundukça, izleyici kahramanın istediğini elde edip edemeyeceğini merak edecektir. Kahraman ya da filmin yaratıcısı, bir şeye ulaşma isteğinden vazgeçtiği ve birini etkilemeye çalıştığı anda, izleyici uyuklamaya başlar.
Reklam
Bir Düşler Silsilesi Olarak Sinema
Filmin mekanik işleyişi tıpkı düş mekanizmasına benzer, çünkü sonuçta film de bir düş olmaya varır, değil mi? Düşlerdeki imgeler çeşitlilik gösterir ve fevkalade ilginçtir. Çoğuna müdahale edilmemiştir. Düşe gücünü veren, bu imgelerin art arda sıralanmış olmasıdır. Düşteki korku ve güzellik, geçmişteki, birbirleriyle bağlantısı olmayan, önemsiz olayların art arda sıralanmış olmasındandır. İlk bakışta bu art arda sıralanma sürekliliği olmayan, anlamsız bir iş gibi gelse de, bilinçli bir şekilde yapılan çözümleme, en yüksek ve en basit düzenleniş biçimini ve böylece, en derindeki anlamı açığa çıkarır. Aynısı film için de geçerlidir. İyi bir film, tıpkı düşte olduğu gibi, kahramanın yaptıklarını kaydetmekten kendini kurtarmış olandır. Sonuç olarak film, bir "düşler silsilesi"dir. Amerikan filmlerinin çoğu o kadar izlenimci, daha da kötüsü o kadar zorlayıcıdır ki. Aslında Platoon, Dumbo'dan daha az ya da daha çok gerçekçi değildir. Her ikisi de öykülerini kendi çaplarında iyi anlatabilmişlerdir. Başka bir deyişle, tüm filmler kurmacadır; mesele, öykünün ne kadar iyi kurulmuş olduğudur.
Teknoloji
Stedikam (elde tutulan kamera), diğer teknolojik mucizeler gibi pek çok zarara yol açtı. Amerikan filmlerine zarar verdi. Kahramanın etrafında gezinmeyi o kadar kolaylaştırdı ki, artık kimse "çekim nedir?" ya da "kamerayı nereye koymam gerekiyor?" diye düşünmüyor. Bunların yerine sinemacılar "hepsini sabah çekebilirim" diye düşünüyor; ama böyle yaptığınızda, o sabah yapılmış çekimlerin günlük gösterimlerinden hoşnut kalsanız da, montaj odasında bunlardan nefret edersiniz. Çünkü günlük gösterimlerin amacı sizi mutlu etmek değildir; çekimleriniz 'küçük piyesler'e dönüşmemelidir. Bunların, işin sonunda öyküyü anlatmak üzere birbirine bağlanabilecek, müdahale edilmemiş çekimler olması gerekir.
yönetmen
Yönetmenin işi, senaryodaki çekim listesini oluşturmaktır. Setteki iş hiçbir şeydir. Film, çekim listesi yapılırken yönetilir. Setteki iş, kayıt için seçilenlerin kaydedilmesidir. Filmi oluşturan "planlama"dır.
Yapımcılar
Bu ülkede neredeyse hiç kimse nasıl senaryo yazılacağını bilmez. Senaryoların hemen hepsi filme çekilemeyecek öğeler içerir. "Nick, otuzlarında, olağanüstü bir sezgi gücü olan, genç bir adam." Bunu filmleştiremezsiniz. Nasıl filmleştirebilirsiniz ki? "Jodie, otuz saattir bankta oturan girgin bir hipster." Bunu nasıl çekeceksiniz? Bunları, görsel ya da söze anlatıya girmeden çekemezsiniz. Görsel: Jodie saate bakar. Görüntü kaybolur. Şimdi otuz saat sonradır. Sözel: "Benim gibi hipster'in son 30 saatini bir bank üzerinde geçirmiş olması tam bir felaket." Eğer herhangi bir konunun anlatıma kaymadan aktarılması imkansız görünüyorsa, o konu kesinlikle öykü için, yani izleyici için önemli değildir. İzleyici bilgi değil, drama ister (dramatik biçimin yararlı olduğu tek konu, öykü anlatmadır). Öyleyse bu bilgiye kim gereksinim duyar? Öyleyse bu bilgiye, neredeyse tüm Amerikan senaryolarına gölge düşüren, bu çok zahmetli anlatıya ne gerek var? Çoğu film senaryosu, stüdyo yöneticilerinden oluşan bir izleyici topluluğu için yazılmıştır. Stüdyo yöneticileri, film senaryosunun nasıl okunması gerektiğini bilmezler. Bir kişi, bir teki bile bilmez nasıl okunması gerektiğini. Bir senaryoyu okumak ve bir filmi "görmek" için sinema eğitimi almış olmak ya da naiflik gerekir; bu özellikler ise stüdyo yöneticilerinde bulunmaz.
Reklam
film çekmek
En küçük birim "çekim", en büyüğü ise "film"dir. Yönetmenin en çok ilgilenmesi gereken birimse "sahne"dir. Filmi ilerletip geliştiren, çekimlerin art arda dizilmesidir. Çekimler sahneyi oluşturur (İlişkili sahnelerin birleşmesiyle de sekans oluşur). Sahne, bazılarına göre ciddi bir makaledir. Kısa bir filmdir. Bir belgesel olduğu da söylenebilir. Belgesellerde, temelde birbirleriyle ilgisiz planlar çekilir ve bunlar, yönetmenin izleyiciye aktarmak istediği düşünceye göre sıralanırlar. İnce bir dalı koparan kuşlar çekilir. Başını kaldıran bir geyik yavrusu çekilir. İki çekimin birbiriyle hiçbir ilgisi yoktur. Ayrı günlerde ya da yıllarda, birbirlerinden kilometrelerce uzakta çekilmişlerdir ve sinemacı bu görüntüleri sürekli tetiklik fikrini vermek için art arda sıralar. Çekimlerin birbiriyle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar kahramanın ne yaptığının bir kaydı da değildir. Bunlar temel olarak müdahale edilmemiş görüntülerdir; ama art arda sıralandıklarında izleyiciye tehlikeye karşı tetiklik fikrini verirler. Bu, iyi bir film yapma tarzıdır. Yönetmenlerin hepsi aynı şeyi yapmalıdır. Hepimiz belgesel sinemacısı olmayı istemeliyiz. Bundan kazancımız, dışarı çıkıp öykümüz için gerekli olan müdahale edilmemiş görüntüleri sahneye yerleştirmek ve bunları filme alabilmek olacaktır. Sonra görüntüleri art arda dizeriz. Montaj odasında sürekli "keşke şunu da çekseydim..." diye düşünülür. oysa filmi çekmeden önce dünya kadar zamanınız vardır: Daha sonra hangi çekimlere gereksinim duyacağınızı saptayabilir, dışarıya çıkıp bunları çekebilirsiniz.
Filmler ve Öyküler
Film, basit öykü anlatımına tiyatro oyunundan çok daha yakındır. İnsanları öykü anlatırken dinlerseniz, onların öykülerini sinemasal biçimde anlattıklarını duyarsınız. Bir öyküden diğerine atlarlar. Öykü, görüntülerin art arda sıralanışıyla, yani kesmelerle gelişir. Görüntüleri art arda dizmek, film yapmanın iyi bir yoludur. Şimdi öyküyü izlemeye başladınız. Merak ettiğiniz, daha sonra ne olacağıdır.
kesme
Çoğu Amerikalı yönetmen, film baş oyuncusunun yaptıklarının bir kaydıymışçasına, "aktör etrafında dolaşalım" yaklaşımını benimsiyor. Çoğu Amerikan filmi böyle çekilir; aynı durumda olsalar, gerçek insanların yapabileceklerinin birer kaydı olarak. Film yapmanın başka bir yolu daha vardır; o da Eisenstein'in önerdiği yoldur. Bu
Senaryo Yazarlığı
Senaryo yazarlığı mantığa dayalı bir beceridir. Sürekli olarak, birkaç temel soruya yanıt aramaktan ibarettir. Kahramanın isteği nedir? Onu istediğini elde etmekten ne alıkoyar? İstediğini elde edemezse ne olur? Bu sorulara verilen yanıtların oluşturacağı normlar izlendiğinde, mantıksal bir yapıya, dramayı oluşturacak bir taslağa varılır. Oyunda taslak, oyun yazarının diğer yarısına teslim edilir. Yapıyı kuranın egosu, taslağı, diyaloğu yazacak olan 'id'e verir. Sanırım bu tuhaf benzetme, yapıyı kurup dramatik taslağı yönetmene veren senaryo yazarının durumuyla koşutluk gösterir.
35 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.