Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Film Yönetmek Üzerine

David Mamet

Film Yönetmek Üzerine Gönderileri

Film Yönetmek Üzerine kitaplarını, Film Yönetmek Üzerine sözleri ve alıntılarını, Film Yönetmek Üzerine yazarlarını, Film Yönetmek Üzerine yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sessiz Filmlerin Oyunculara Mirası
Eğer yönetmen için filmin özü bu ise, aktör için de öyledir. Büyük aktörler bunu bilir. Humphrey Bogart, şu öyküyü anlatmış: Casablanca'yı çekerken, S.Z. (Cuddles) Sakall ya da başka biri, Bogart'ın yanına gelip şöyle der: "Marseillaise'yi çalmamızı istiyorlar. Naziler burada, Marseillaise'yi çalmamız hiç iyi olmaz. Ne yapacağız?" Humphrey Bogart yalnızca başıyla müzisyenlere işaret verir; orkestraya kesilir ve "da-da-da!" müzik başlar. Bu sahne çalışmasını bu kadar güzel kılanın ne olduğunu soran birine, Bogart şöyle demiş: "Bir gün beni çağırdılar, yönetmen Michael Curtiz, "şuradaki balkonda dur, ben 'Başla!" dediğimde başını salla" dedi. Bogart da öyle yaptı. İşte büyük oyunculuk budur. Neden? Daha başka ne yapılabilirdi ki? İzleyiciler, onun bu kadar duygusal bir sahnede duygularını göstermeyişine bayıldılar.
Sessiz Filmlerin Yönetmene Mirası
Diyalogla anlatma zorunluluğunuz, görüntü ve oyunculukla anlatma zorunluluğunuzdan fazla değildir. Ne kadar az anlatırsanız, o kadar çok izleyiciye "vay be!" dedirtirsiniz. "Burada neler oluyor? Peki sonra ne olacak?" Öyküyü görüntülerle anlatıyorsanız, diyalog, dondurma üstündeki küçük çikolata kırıntılarına benzer. Olan bitenin üstüne atılmış ciladır. Öyküyü çekimler taşır. Aslında iyi bir filmde diyalog olmaz. Bu nedenle her zaman sessiz film yapmaya çalışmalısınız (Charlie Chaplin'in de savunusu bu yöndedir). Yoksa Amerikan film endüstrisinin başına gelen, sizin de başınıza gelir. Çekim listesi hazırlamak yerine, öğrenciyi ayağa kaldırır ve ona "Bu Mr. Smith değil mi? Sanırım ona kararını değiştirteceğim" dedirtirsiniz. Ses, sinemada kullanılmaya başladıktan sonra Amerikan filmlerinde yapılan budur ve o zamandan bu yana Amerikan filmleri beter olmuştur. Öykünüzü çekimlerle anlatmalısınız, çünkü böylece gerek duyulup da en beğendiğiniz diyalog çıkarıldığında -gerçekten de, film seslendirilirken ya da filme altyazı eklenirken bu olabilir- güzel bir film hemen hiç zarar görmeyecektir.
Reklam
Diyalog
Oyunculukla diyaloğun sorunları aynıdır. Oyunculuğunki gibi, diyaloğun amacı da çekim listesindeki zayıf noktaları toparlamak değildir. Diyaloğun amacı "karakter" hakkında bilgi vermek değildir. İnsanların konuşma nedeni, sadece istediklerini elde edebilmektir. Filmlerde ya da sokakta kendini anlatan insanlar size yalan söylemektedirler. Fark şudur: Kötü bir filmde adam "Selam Joe, bu akşam senin evine geleceğim; çünkü benden borç olarak aldığın paraya ihtiyacım var" der. İyi filmde ise "dün hangi cehennemdeydin?" der. Erkek kıza "ne kadar güzel bir elbise!" der. Hiçbir zaman "altı haftadır kimseyle yatmadım" demez.
Oyuncuları Yönetme Sanatı
Oyuncu her fiziksel hareketin, "oyundaki" ya da "sahnedeki" anlamı taşımasına ne kadar uğraşırsa, filmi o ölçüde katleder. Oyuncu, kendini müdahale edilmemiş belirli fiziksel hareketlere ne kadar verirse filminiz o kadar iyi olur. Eski film yıldızlarını çok sevmemizin nedeni de budur. Onlar son derece sadeydiler. "Ben bu sahnede ne yapıyorum?" Koridorda yürüyorsun. Nasıl? Oldukça hızlı. Oldukça yavaş. Kararlı. Bu basit belirteçlere kulak verin. Oyuncuları yönetme sanatı, hareketlerin ve belirteçlerin seçiminden oluşur. Çoğu oyuncu filmin ana fikrini canlandırmak için kendi zihinsel yeteneklerini kullanmaya çalışır; ama bu, onların işi değildir. Onların işi, her vurguda yönetmenin ve senaryonun ortaya koyduğu belli hareketleri mümkün olduğunca basit ve başarılı bir şekilde yapmaktır. Provalardaki amaç, her vurguda oyunculara yapmaları gereken hareketleri söylemektir. Sete geçildiğinde, dikkatle not almış iyi oyuncular bu hareketleri sahnelerler. İşi duygusallığa vurmadan, bir şeyler keşfetmeye kalkmadan, yalnızca kendilerine ödenen paranın karşılığını ortaya koyarlar; yani tam olarak provalarda çalışılmış hareketleri, mümkün olduğunca sade biçimde gerçekleştirirler. Oyuncunun görevi duygusal olmak değil, dosdoğru olmaktır.
Film Endüstrisi
Film dünyası, yozlaşma çemberi içinde sıkışmış durumda; çünkü pusulası olmayan insanlar, bu dünyayı yönetmekte. Bu baskıya karşı yapabileceğiniz tek şey ise doğruyu söylemektir. Doğruyu söyleyip muhalif kuvvet oluşturan birileri her zaman bulunur. Çağdaş Amerikan filmleri, neredeyse her zaman saçma, uyduruk ve müstehcendir. Amacınız "endüstri" içinde başarıya ulaşmaksa, çalışmanız ve ruhunuz yıkıcı etkilere maruz kalacaktır. Eğer bu endüstri tarafından kabul görmeyi çok istiyorsanız, onlardan biri haline gelirsiniz.
Jesus Factor
Çekimler bittikten sonra film üstünde biraz daha çalışma ihtiyacı duyabiliriz. Bu olaya bilim adamları Jesus Factor diyorlar. Jesus Factor, "kağıt üzerinde gayet doğru gibi görünüp, bir nedenle uygulamada istenen sonucu vermeyen" anlamına gelen teknik bir terimdir. O zaman şu sözü hatırlamak gerekir: "Bir şiir asla bitmez, ancak terk edilir."
Reklam
Entropi
Entropi, mantığın en basite, en düzenli duruma doğru mantıksal ilerleyişidir. Drama da böyledir. Entropi, yani drama, karmaşık durum dinginliğe kavuşuncaya dek sürer. Her şey karmakarışık olmuştur ve dinginlik durumuna dönmelidir.
Kurgu
Herkes iyi film yapmak için ilk makarayı yakmak gerektiğini söyler ve bu doğrudur da. Sinemaya her gidişimizde bunu yaşarız. 20 dakika sonra kendimize "filme neden buradan başladılar ki?" sorusunu sorarız. Karmaşık olanla başlayın ve vurgunun, düzeni sağlamak için harcanan çabayla ilgili olmasını sağlayın.
Karakterle Özdeşleşmek
Alfred Hitchcock'un gerilim filmleriyle ilgili olarak söylediklerinin benzerini The Uses of Enchantment'te Bruno Bettelheim peri masalları için söyler: Oyunun kahramanına ne kadar az müdahale edilir, kahraman ne kadar az kimliklendirilir ve niteliklendirilirse, ona kendi iç dünyamızdan o kadar şey mal eder, onunla o kadar çok özdeşleşir, yani kahramanın aslında kendimiz olduğuna o ölçüde güçlü biçimde ikna oluruz. "Kahraman beyaz bir ata binmişti" yerine "uzun boylu bir kahraman beyaz bir ata binmişti" denmez; çünkü dinleyici eğer kısa boylu ise kendisini kahraman ile özdeşleştirmeyecektir. "Kahraman" dendiğindeyse, dinleyici bilinçaltında kendisini o kahraman olarak canlandırır. Hedefe giden yola ne kadar az müdahale edilirse izleyici o kadar memnun kalacaktır. Kahraman ne kadar az betimlenirse, o denli başarılı oluruz. Özdeşleşmenin nedeni, yazarın anlatıyı bir kenara bırakmasıdır. Bizim gördüğümüz sadece öyküdür. Kahramanla, o hedefinin peşindeyken özdeşleşiriz. Bu yolla özdeşleşmek, "karakter özellikleri" üzerinden özdeşleşmekten çok daha kolaydır. Çoğu filmde, kahramanın girdiği mücadele yerine, bizi ondan ayıran bir sürü özelliği anlatılır. Yönetmenin anlatması gereken öykü, zorluklarla dolu dünyaya karşın kahramanın istediğini elde etmek için gösterdiği ısrarın öyküsüdür.
Bilgi Eksiltmek
Filmlerde, televizyonda yapıldığı gibi bir karakter ya da bir mekan yaratılmaz. Önemli olan "öykünün nerede geçeceği" değil, "ne hakkında olduğu"dur. Bu, bir filmi diğerinden farklı kılan şeydir. İzleyicinin ilgisini nasıl sürekli kılabiliriz? Tabii ki, fazla bilgi vererek değil, tam tersine bilgi vermeyerek; eksikliği, öykünün ilerleyişi bakımından engel oluşturmayacak tüm bilgiyi saklayarak. Hitchcock, Amerikan filmlerine çamur atıp, onların "konuşan insan görüntüleri" olduğunu söylemişti gerçekten de çoğu öyledir.
Reklam
Çizgi Film Öğretisi
Dumbo mükemmel bir film örneğidir. Dumbo'nun sorunu, büyük kulaklarıdır. Kulakları doğuştan kocamandır. Kulakları büyüdükçe, çevresindekiler onunla daha çok alay eder. Bu sorununa bir çare bulmak için çabalamayı öğrenmek zorundadır. Bu klasik mitte Dumbo yol boyunca, ona yardımcı olacak küçük dostlar edinir. Uçmayı öğrenir. O ana kadar hiç fark etmediği bu yeteneğini geliştirir ve kendisini tanımaya başlar. Arkadaşlarından hiç de aşağı kalır bir yanı olmadığını, onlardan belki daha üstün değil, ama farklı olduğunu anlar. Kendisi gibi olmalıdır. Bu gerçeği fark ettiği anda yolculuğu biter. Büyük kulak sorununu onları küçülterek değil, kendini keşfederek çözer ve öykü burada biter. Çizgi film izlemek yararlıdır; film yönetmek isteyenler için de sıradan filmleri izlemekten daha yararlıdır. Sanatçılar ne isterlerse onu yapmalarını mümkün kılan montaj kuramının farkına eski çizgi filmlerle vardılar. Çizgi filmlerde her şey hayal gücü üzerine kuruluydu; filmlerde gördüğümüz çekimler de, sanatçının hayalinde kurduğu çekimlerdir. Çizgi film izlerseniz, çekimleri nasıl seçmeniz, öyküyü görüntülerle nasıl anlatmanız ve kesmeleri nasıl yapmanız gerektiğine ilişkin pek çok şey öğrenebilirsiniz.
Kahramanın Yolculuğu
Bizim işimiz öyküyü ilginç kılmak değildir. Öykü, ancak serüven boyunca kahramanın gelişimi ile ilginç olabilir; çünkü bizim için ilginç olan bu süreçtir. Bizi koltuğumuzda tutan, kahramanın amacıdır. Aristoteles'in de 2000 yıl önce söylediği gibi, karakter aslında alışkanlık haline gelmiş davranıştan başka bir şey değildir. Karakter yoktur. "Karakter", nihai hedefine ulaşmaya çalışırken insanın gerçekten yaptıkları, sahnenin amacıdır. Gerisi hesaba katılmaz. Mesele, seyircinin kendisini "kahraman"la özdeşleştirmesini sağlayarak, neler olacağını merak ettirmektir. Öyküyü geliştiren, kahramanın ne istediği sorusudur. Kahraman ne istiyor? İstediğini elde etmek için ne yapıyor? Bunlar seyirciyi koltuğunda tutacak sorulardır. Kahraman istediğini elde edince sahne biter. Başta ortaya atılan sorunun çözümü, öykünün sonunu oluşturur. Kahraman bir şeylere ulaşmayı istediği sürece, izleyici de bir şeyler bekleyecektir. Kahraman ulaşmayı istediği şey için açıkça girişimlerde bulundukça, izleyici kahramanın istediğini elde edip edemeyeceğini merak edecektir. Kahraman ya da filmin yaratıcısı, bir şeye ulaşma isteğinden vazgeçtiği ve birini etkilemeye çalıştığı anda, izleyici uyuklamaya başlar.
Bir Düşler Silsilesi Olarak Sinema
Filmin mekanik işleyişi tıpkı düş mekanizmasına benzer, çünkü sonuçta film de bir düş olmaya varır, değil mi? Düşlerdeki imgeler çeşitlilik gösterir ve fevkalade ilginçtir. Çoğuna müdahale edilmemiştir. Düşe gücünü veren, bu imgelerin art arda sıralanmış olmasıdır. Düşteki korku ve güzellik, geçmişteki, birbirleriyle bağlantısı olmayan, önemsiz olayların art arda sıralanmış olmasındandır. İlk bakışta bu art arda sıralanma sürekliliği olmayan, anlamsız bir iş gibi gelse de, bilinçli bir şekilde yapılan çözümleme, en yüksek ve en basit düzenleniş biçimini ve böylece, en derindeki anlamı açığa çıkarır. Aynısı film için de geçerlidir. İyi bir film, tıpkı düşte olduğu gibi, kahramanın yaptıklarını kaydetmekten kendini kurtarmış olandır. Sonuç olarak film, bir "düşler silsilesi"dir. Amerikan filmlerinin çoğu o kadar izlenimci, daha da kötüsü o kadar zorlayıcıdır ki. Aslında Platoon, Dumbo'dan daha az ya da daha çok gerçekçi değildir. Her ikisi de öykülerini kendi çaplarında iyi anlatabilmişlerdir. Başka bir deyişle, tüm filmler kurmacadır; mesele, öykünün ne kadar iyi kurulmuş olduğudur.
Teknoloji
Stedikam (elde tutulan kamera), diğer teknolojik mucizeler gibi pek çok zarara yol açtı. Amerikan filmlerine zarar verdi. Kahramanın etrafında gezinmeyi o kadar kolaylaştırdı ki, artık kimse "çekim nedir?" ya da "kamerayı nereye koymam gerekiyor?" diye düşünmüyor. Bunların yerine sinemacılar "hepsini sabah çekebilirim" diye düşünüyor; ama böyle yaptığınızda, o sabah yapılmış çekimlerin günlük gösterimlerinden hoşnut kalsanız da, montaj odasında bunlardan nefret edersiniz. Çünkü günlük gösterimlerin amacı sizi mutlu etmek değildir; çekimleriniz 'küçük piyesler'e dönüşmemelidir. Bunların, işin sonunda öyküyü anlatmak üzere birbirine bağlanabilecek, müdahale edilmemiş çekimler olması gerekir.
yönetmen
Yönetmenin işi, senaryodaki çekim listesini oluşturmaktır. Setteki iş hiçbir şeydir. Film, çekim listesi yapılırken yönetilir. Setteki iş, kayıt için seçilenlerin kaydedilmesidir. Filmi oluşturan "planlama"dır.
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.