Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli

Ümmügül Betül Kanburoğlu Ergün

Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli Gönderileri

Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli kitaplarını, Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli sözleri ve alıntılarını, Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli yazarlarını, Gazzâlî Düşüncesinde İnsanın Kemâli yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
"Ahiret yoluna faydası olmayan önemsiz ilimlerle uğraşmışım."
Sayfa 41 - İlem yayınları
Sen kendini ilme tamamen vermedikçe, o sana bir parçasını bile vermez [el-ʿilmu lâ yuʿtîke baʿḍahû ḥattâ tuʿtiyehû külleke].” denilmiştir.
Reklam
Ġazzâlî Kitâbu’t-tevbe’de kişinin içinde bulunduğu duruma göre ona hitap etmenin önemine vurgu yapan şu veciz ifadeyi kaydeder: “Soru soranın durumuna göre konuşmak, konuşanın kendi durumuna göre konuşmasından evlâdır.”163
İnsan, tabiatında olanı söküp atmakla sorumlu olmadığı gibi, buna muktedir de değildir. Nitekim Ġazzâlî kıskançlıktan söz ederken, bu sıfata meyyâl yaratılışa sahip kimse ile ilgili şunları dile getirir: Sen kendi tabiatını değiştirmekle mükellef değilsin. Zira kendi tabiatını değiştirmek senin kudretinde ve imkânında değildir. Ama iki şeyle mükellefsin: Biri, bu hali sözünde ve fiilinde asla izhâr etmeyeceksin. Diğeri de, kendinde mevcut olan bu kötü sıfatı beğenmeyeceksin, onu kendinden izâle etmeyi isteyeceksin.149
“Öğrenim, insana dışarıdan bir şey vermek değil; bilakis fıtratta nefslerde olanı, örtüyü kaldırarak açığa çıkarmaktır.”16 Ġazzâlî’nin burada öğrenme [teʿallum] ile ilgili kaydettikleri, yalnızca fıtratın ifadesi olan Allah’a imanın açığa çıkarılması olarak anlaşılabileceği gibi, genel anlamda öğretim meselesine de teşmil edilebilir. Nitekim onun taʿlîm ve teʿallumu zorunlu aklî bilgilerin öğretimi ve öğrenimini ifade ederken kullanıyor olması da bunu destekler.
Her türün kendine has niteliklerle kemâl bulması bağlamında şu husus ifade edilmelidir: Bir türün kendisiyle kemâl sahibi olduğu bir nitelik, bir başka tür için bunu sağlamaz. Ġazzâlî bunu şöyle açıklar: Her şeyin güzelliği, ona yaraşan kemâlindedir. Bir başkasına yaraşan şey, onun zıddıdır. İnsan, atı güzelleştiren şeyle güzel olmaz. Yazı, sesi güzelleştiren şeyle güzel olmaz. Kapkacak, kıyafetleri güzelleştiren şey ile güzel olmaz. Diğer şeylerde de durum böyledir.271 Her türün güzelliği ve kemâli birbirinden farklıdır; bir türü güzel ve kâmil yapan şey, bir başka türü çirkin ve nâkıs yapabilir. İnsan türü söz konusu olduğunda ise Ġazzâlî, türe ait bir kemâlden söz etmekle birlikte, bu kemâlin her insan için ayrı ve biricik tecellilerinden söz eder.
Reklam
En önemli tecrübe, kişinin kendi ahlâkını ve gizli özelliklerini denemesidir ki bu da uzlet halindeyken mümkün değildir. Çünkü insan yalnızken onun için her şey kolaydır. Sinirli yahut kindar kimseler yalnız olduklarında bu özellikleri kendilerinde görülmez; bunlar ancak toplum içinde anlaşılabilen hastalıklardır.149 Ġazzâlî bu durumu bir benzetmeyle anlatır: İçi iltihap dolu çıban, üzerine dokunulmadıkça içinde ne olduğu anlaşılmaz; kişinin kendisine de çok eziyet vermez. Ancak biri dokunup da içinden irin aktığı vakit, ne kadar ağır bir yara olduğu hem kişi hem de başkaları tarafından anlaşılır. Kalbi kin, çekememezlik, cimrilik ve hiddet gibi huylarla dolu kimsenin durumu da böyledir. Kalplerin tezkiyesi [tezkiyetu’l-ḳulûb] ile uğraşanlar da, kalblerinin içinde ne olduğunun farkına varmak ve onları temizlemek için insanlar arasına karışır.150 Ġazzâlî’nin anlattığı bu durumun en özlü ifadesi “insanın insana ayna olması”dır.
Ġazzâlî’ye göre kalplerin istediği kemâl, ilim ve kudrette kemâldir. Bunda sayılamayacak kadar çok ve farklı dereceler vardır. Her insanın mutluluğu [surûr] ve o kemâlden aldığı lezzet [leẕẕetuhû], kemâlden idrâk ettiği kadarıncadır.118 Bu, aynı zamanda insanın kemâlinin tezâhüründeki biricikliğe de işaret eder.
el-Attas’ın İslâm filozoflarının “kendinde bir gâye” olarak açıkladıkları mutlulukla ilgili Ġazzâlî düşüncesinden izler taşıyan değerlendirmesi kayda değerdir: “Mutluluk [saʿâdet] kendinde bir gaye değildir. Bu dünyadaki en yüce iyi, Allah aşkıdır. Yaşamdaki mutluluğun sürekliliği, insandaki fizikî yapıya, hayvanî nefse ve insanın bedenine isnat edilemeyeceği gibi; zihnî bir duruma, geçici hallere maruz kalan bir duyguya ya da hazza ve eğlenceye de isnat edilemez. Mutluluk, nihaî Hakikatin kesinliğiyle [yaḳîn], insandaki sürekliliği ifade eden ve insanın manevî biliş organı olan kalp vasıtasıyla idrâk edilen şey için tabiî olanı bilme durumunun sürekli bir halidir. Mutluluk huzur, emniyet ve kalbin imtihanıdır. Mutluluk bilmektir [maʿrifet] ve marifet ise hakikî îmândır.” Bkz. Seyyid Muhammed Nakib el-Attas, İslâm Metafiziğine Prolegomena, çev. İlker Kömbe, İstanbul: Küre Yayınları, 2016, s. 41.
Ġazzâlî, ahiret mutluluğunun elde edilebilmesi için dinî düzenin zorunlu olduğunu ifade eder. Dinî düzenin sağlanabilmesi için de dünyevî düzen zorunludur.84 Kişiyi ahiret mutluluğuna ulaştıracak olan dinî düzen, bilgi [maʿrifet] ve ibadetledir. Kişi beden sağlığı, hayatın devam etmesi, giyim, mesken, beslenme ve en büyük sıkıntılardan olan güvenlik ihtiyacının gereğince karşılanması durumunda bilgiye ulaşabilir ve ibadet edebilir. Burada sayılan zarurî ve önemli durumlardan emin olunmadığı durumda dinî düzen de sağlanamaz. Çünkü sürekli olarak güvenliği tehdit altında olan ve rızkını bulmak zorunda olan kimsenin ilim ve amele vakit ayırabilmesi düşünülemez.85
Reklam
Ġazzâlî’ye göre en nihâî mutluluk [es-saʿâdetü’l-ḳuṣvâ], Allah’a yakınlık elde etmektir. Bu elbette mekânsal bir yakınlığı değil; nefsin ilim ve amelle kemâl bulmasıyla elde ettiği metafizik bir yakınlığı ifade eder. Nefsin ilim ve amel ile kemâl bulması, işlerin hakikatine [ḥaḳâiḳu’l-umûr] vakıf olmak ve güzel ahlâk [ḥüsnü’l-aḫlâḳ] ile kazanılır.82 Bir şeyin fazileti, o şeyin kişiyi ahirette Allah’a kavuşmak mutluluğuna ulaştırmasına katkısı ölçüsündedir ve kul için, Rabbiyle yakınlık kurmaktan öte bir mutluluk yoktur.83
Ġazzâlî dünyevî mutluluğu Mîzân’da “üzüntünün giderilmesi” şeklinde tarif ederek bu üzüntülerin sebeplerini ele alır. 70 Buradaki ifadesine göre dünyadaki üzüntüler, kişinin geçmişte yaşadığı bir üzüntüye kederlenmekten kendisini alıkoyamamasından, gelecek kaygısından ya da hali hazırdaki dertlerinden kaynaklanır.71 Bu tür üzüntüler selim bir akıl ve razı olmuş bir gönül ile giderilebilir. Söz konusu üzüntü, geleceğe dair gerçekleşmesi mümkün olmayan yahut ölüm gibi kaçınılması imkânsız bir durum için ise, bunlara üzülmenin bir anlamı yoktur. Şayet gerçekleşmesi mümkün bir üzüntüyse, kişi selim bir akıl ile onun üstesinden gelmenin yollarına bakmalı; eğer üstesinden gelmeye gücü yetmiyorsa Allah’tan gelen hükme razı olmalı ve bu üzüntüyü sabırla karşılamalıdır.72
Ġazzâlî’nin İḥyâ’daki şu ifadesi, kemâlin insanın bu dünyadayken Allah’ı bilmeye olan istidadıyla ve ona erişmesiyle kazandığı bir durum olduğunu gösterir: “İnsanın şeref ve fazileti, onu tüm yaratılmışlardan üstün kılan Allah’ı bilmeye [maʿrifetullâh] istidadıdır ki bu istidat, onun bu dünyadaki güzelliği, kemâli ve gururu; öte dünyaya olan hazırlığı ve sermayesidir.”69 Kemâlin nefse ait bir özellik olması, nefsin cevher, bedenin ise oluş-bozuluşa tabi olması bir araz olması ile de ilişkilidir. Çünkü kişinin kemâli elde etmek için kazandığı sıfatlar ruha aittir ve bu sıfatlar, ölümle birlikte beden yok olduğunda ruh ile birlikte baki kalmaktadır.
Kişi, ölüm gerçekleşmeden önce, bedeninin onun kemâline olan iştiyakını unutturmasına izin vermeyerek, kemâlini elde etmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde nefsin kemâli elde etmesi için bir alet olan beden, gereğince kullanılmamış ve onunla kötü sıfatlar kazanılmış olur. Ölüm vâki olup beden yok olduğunda ise, kişinin o bedenle nefsinde edindiği kötü sıfatlar kişide kalır ve bu da onun azap çekmesine sebep olur.64
Şehvet kuvvetinin hazzı [leẕẕet] arzuladığını elde etmekte, görme kuvvetinin hazzı güzel bir resme bakmakta olduğu gibi –ki diğer nefsî ve bedenî kuvvetlerde de durum böyledir- düşünme kuvvetinin gıdası ve lezzeti de akledilirleri [maʿḳûlât] idrâk etmektedir. Onu akledilirlere vakıf olmaktan alıkoyan ise, bedenin meşguliyetleri, duyuları ve şehvetleridir. Bunların kişiye kendi kemâline ulaşamamasının verdiği ızdırabı unutturması, uyuşturulan bir kimsenin ateşi hissetmemesine benzer. Uyuşturucunun etkisi geçtiğinde kişi büyük bir acı duyar.60 Burada uyuşturucu etkisi, dünyevî meşguliyetlerin kişiyi hâkimiyeti altına alarak ona aslî amacını unutturmasına benzetilmektedir. Uyuşturucu etkisinin geçmesi ise, kişinin geçici dünyevî irtibatlarından ayrıldığı ölüm anından sonra, kendi kemâlini elde etmemiş halde olmasının verdiği ızdırabı hatırlamasını anlatmaktadır.
34 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.